Maç öncesi senaryolar vardı, "Galatasaray skorboardı kaldırdı, ağır yenilgi geliyor". Niye Şampiyonlar Ligi ilk maçı farklı kaybedilmiş, Alanyaspor gibi ortalama bir takım kaleci Uğurcan'ın inanılmaz direnişiyle kazanılmıştı.
Ve fakat, bu takımın adı Galatasaray. Küllerinden doğan bir geleneğe sahip. En beklenmedik anda çıkıp ülkesinin gururu için mücadele eden, özellikle de -pek sevmediğimiz- İngiliz takımlarına karşı onurlu başkaldırış gösteren bir camia.
İngiliz sevmez demişken, kuruluş günü olan 1 Ekim 1905'te Ali Sami Bey ve arkadaşları, "İngilizler başta olmak üzere Türk olmayan takımları yenmek amacı" gütmüşler. Tüzüğe de girmiş bu öykü.
Önceki geceye dönersek; Galatasaray, Şampiyonlar Ligi sertliğinde oynadı. ünkü o arena tıpkı NBA gibi. Topa kafa uzatmazsan, omzunu rakibin göğsüne bastırmazsan sana ekmek yok. ıtkırıldım futbola hiç tahammül yok. Ki Türkiye'yi küçümseyip yedek bırakılan ve sonradan bile oyuna giremeyen Sane şu an kalitesine rağmen fizik gücüyle çıtkırıldım bir eleman!
Okan Hoca teke tek maçları çok iyi oynuyor. Hem ligde hem Avrupa'da. Maç seçiyor. Futbolculuğunda da öyleydi. UEFA Kupası'nın gizli kahramanlarındandı; ismi lazım olmayan 9 ve 6 numaraların gölgesinde kaldı. Ve futbolcular da maç seçti. Özellikle sağ bek Singo, Jakobs, yorulana kadar Lemina, Barış Alper ve takımın hem ağabeyi, bence de -gizli kaptanı- İlkay Gündoğan. Barış'ın kazandığı penaltıda, Uğurcan ve Jakobs'un çıkardığı topu kaptı, kendi etrafında döndü, Liverpoolluları bahçeye yolladı, geriden gelen Torreira'nın önüne topu bıraktı ve onun pası gole kadar gitti. Büyük bir futbol zekâsı.