Atatürk'ün emaneti yanmasın!

Cumhuriyet gazetesinin 2 Mart 1937 tarihli 1. sayfasında şu manşet var: "1937 bütçesi mütevazin (denk) olarak Meclis'e verildi."

Alt başlıkta da 14 yaşındaki genç Türkiye Cumhuriyeti'nin bütçesinin 17 milyon fazla verdiğine dikkat çekilmiş.

Cumhurbaşkanı Atatürk, bu bütçe fazlasının sanayileşme, eğitim, sağlık ve orman ıslahına harcanmasını istemiş. İlk üç kalem yeniden yapılanan ülke için zorunlu seçimler. Ancak dördüncü büyük bütçe kaleminin ormancılığa ayrılması, ulu önderin ne denli bir öngörü dehası olduğunun kanıtı.

Ne var ki Ata emaneti ormanlar yüzölçümdeki yüzde 30'luk payına karşın ısrarla bir bakanlığın alt dairesince yönetiliyor.

Yine o yıllarda Türk Hava Kurumu'nun büyütülmesini de istemiş ulu önder. (Kuruluş 1925, THK adını alması 1935.)

Hatta Cumhurbaşkanlığı bütçesinden 10 bin TL bağış yapmış THK'ye. ünkü havacılık sanayisinin sadece savunma ve taşımacılıkla sınırlı kalmayacağını, ilerleyen süreçte uçakların yangın ve benzeri krizlerde rol üstleneceğini düşünmüş.

Evet, o THK artık ortalarda yok. Son 7-8 yıldır kayyum tarafından yönetiliyor ve filosundaki yangın söndürme uçakları dahil envanteri elden çıkarılmak üzere.

Görünen o ki AKP Türkiye'si, hâlâ doğal afetlerin ve orman yangınlarının ülke sosyal yaşamına vuracağı darbeyi süzememiş. Eğer, gerçeğin farkına varılsa Afet Bakanlığı kurulur, THK, AKUT, AFAD, Orman Genel Müdürlüğü vb. kurum bu bakanlığın çatısı altına girerdi. Hatta AFAD bakanlığa çevrilebilir ki Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda işaret fişeğini yaktı. Yakmalı da! Son beş yıldır her yaz ayında görüyoruz ki orman yangınları, Tarım ve Orman Bakanlığı'nın "orman", evre ve Şehircilik Bakanlığı'nın "çevre", büyükşehir belediyelerinin de itfaiye daire başkanlıklarınca yönetilemeyecek kadar büyük çaplı bir kriz. Kaldı ki büyükşehirlerin zaten yetki alanında orman yangını yok, gerekli ekipman almalarına da Sayıştay dur diyor; hatta envanterdeki helikopterler, uçaklar sattırılıyor! Ki yerel yönetim yasasında yeri olmadığı halde, Bursa'ya ilk koşan üç belediye Nuri Aslan'ın İBB'si, Onursal Adıgüzel'in Ataşehir'i, Mesut Kösedağı'nın Kadıköy'üydü. Yangını söndürmek için araç, ekipman yolladılar, milletle el ele verip en azından 3-5 hektar ormanı kurtardılar. Gerçi hiçbir iyilik cezasız kalmaz; yarın öbür gün bu belediyelere, "Niçin Bursa'ya gittiniz" diye yazı gelirse şaşırmayalım.

Sözün özü, orman yangınları büyük bir operasyondur. Ciddi bir kriz yönetimi gerektirir. Ve bu krizi, ne yazık ki idari bilimler mezunu İbrahim Yumaklı'nın Tarım ve Orman Bakanlığı ile mühendislik lisansına sahip evre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'un alt kadroları yönetemez. O yüzden, Afet Bakanlığı zorunluluktur. ünkü küresel ısınmanın da etkisiyle Türkiye, komşusu Yunanistan ya da diğer Akdeniz ülkeleri gibi orman yangınlarına açık bir coğrafyadır.

Söz yangından açılmışken Türk milleti, bir iki hain hariç yangınla gerçekten yüreklice savaşıyor. Öyle olmasa, 5'i AKUT gönüllüsü, 5'i orman işçisi 10 vatan evladı, 2 ağacı, 3 sincabı kurtarmak için alev kapanının içine girmez, yangının ortasına aracı sürmezdi. Gerçekten dramatik anlar yaşandı. Bolu'dan Bursa'ya su taşıyan tanker şoförünün, birkaç ağacı kurtarmak için sarp yollara girmesi sonucu uçuruma yuvarlanıp vatan sevgisinin bedelini canıyla ödemesi Kurtuluş Savaşı'nda süngüyle mitralyöze saldıran Mehmetçiğin yürekliliğiyle eşdeğerdir. Sosyal medyadaki, "Yangın için kimse kılını kıpırdatmıyor" yaklaşımı da vicdansızlıktır. Ülkenin onurlu evlatları lastiği patlak römorkörlerle canları pahasına su taşımaktadırlar yangın bölgesine. Bu bağlamda da Erdoğan'a düşen görev, devletin uçak yetiştiremediği bölgelere koşan bu kahramanlar için bir kararname çıkarmak ve orman işçilerinin devlet memuru statüsüne geçirilmesini sağlamaktır.