Anayasa ve yasalarla cuma restleşmesi!

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın son üç cuma hutbesi, -kamuoyunun dikkatinden kaçsa da- laik Türkiye Cumhuriyeti'nin çağdaş kimliği, anayasası ve medeni kanunlarıyla bir tür hesaplaşma niteliğinde.

Önce, temmuz ayı sonunda toplumun tatil anlayışını eleştirdiler, "Bazı tatil organizasyonları, Allah'ın hükümlerini hiçe sayan, helal-haram hassasiyetinden uzak, lüks ve israfın zirveye ulaştığı, nefsani arzu ve isteklerin sınır tanımadığı bir hal almıştır" söylemi ile.

Ardından kılık kıyafete dokundular. Kısa giyinmenin "hayasızlık" olduğunu ve kısa giyinenlerin "Allah'ın emrini ihlal ettiği"ni öne sürdüler.

Son olarak da miras konusunda garip bir görüş belirttiler: "Kişinin kız çocuklarını mirastan mahrum bırakması, kız çocuklarının da Allah'ın takdir ettiği hakka razı olmaması kul hakkıdır."

En sondan başlayacak olursak miras konusu laik Türkiye Cumhuriyeti'nin dayanaklarıyla bir tür restleşme.

Anayasanın 2. ve 10. maddelerindeki laiklik ve eşitlik ilkeleriyle, 41. maddesindeki aile içi eşitliği hiçe sayılıyor miras hutbesiyle. Yine, miras hukukunu kadın ve erkek arasında hiçbir ayrım gözetmeksizin, eşitlik esasına göre düzenleyen Türk Medeni Kanunu hükümlerine ters düşülüyor. Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler de hiçe sayılmış. Diyanet ne yasayı önemsemiş ne tüzüğü ne sözleşmeyi.

Tatil ve kılık kıyafet hutbelerine dönersek anayasamızın kişinin dokunulmazlığını savunan 17. maddesi ile seyahat özgürlüğünü tanımlayan 23. maddesi dikkate alınmamış.

Görüldüğü üzere, önder Atatürk'ün emriyle 1924'te kurulan Diyanet, topluma dini öğretmek olan asıl görevini unutup siyasi ve ideolojik mesajlar veriyor, anayasa ve yasaları tartışmaya açıyor, uluslararası sözleşmeleri rafa kaldırıyor.

Bu konularda soruşturma açacak bir savcı var mıdır bilinmez, ne var ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 1 numaralı kurumu Cumhurbaşkanlığı, Diyanet'in son üç hutbesi için en hafifinden inceleme başlatırsa toplumun büyük bölümünün vicdanı biraz olsun rahatlar.

CHP'NİN GÜCÜ!

Gazetemizin pazartesi günkü sayısında yayımlanan "erçioğlu olayı ve CHP" başlıklı Olayların Ardındaki Gerçek, kurultay takvimini başlatan ana muhalefet partisindeki "önseçim" konusunu gündeme getirdi, gündem yarattı. Belki, 2024'te önseçim yapılsa son dönemde metal yorgunluğu yaşayan erçioğlu Aydın'da aday olamayacak, değişim sürecinden gelecek yeni bir isim, Aydın'ı AKP'ye vermeyecekti. Aydın olayı niye önemli ünkü CHP, 2019 sonrası inanılmaz bir ivme yakaladı, 2024'te tavan yaptı ve artık hata şansları yok. Toplumsal muhalefetin kalesi oldular, meydanları titretiyorlar. AKP'yi istemeyenler ideolojik olarak örtüşmese de CHP'ye koşuyor çünkü umut altı okta. Hatta geçenlerde bir siyasi karakter, "CHP, Avrupa'nın en güçlü muhalefet partisi" yorumunda bulundu. Gerçekten 50'yi aşkın Avrupa ülkesindeki muhalefet partilerine bakarsanız -bugün seçim olsa- yüzde 30 bandını rahatlıkla geçecek başka bir siyasi yapı partisi yok. Örneğin Avusturya'da halk partisi yüzde 24'lerde, İtalya'da merkez sol yüzde 23 oy oranına sahip. Danimarka, Finlandiya grubunda yüzde 20'lerin çok altındalar. Fransa ve Almanya'da ise muhalif partilerin toplamı bile CHP'nin şu anki oy oranına yetişemiyor. Bu bağlamda genel başkan Özgür Özel ve MYK-PM üyeleri, gerçekten çok yoğun ve başarılı saha çalışmalarının yanında, örneğin ulusal güvenlik, dış politika ve ekonomik kalkınma adına projeler üretip topluma doğru anlatabilirlerse ilk seçimde CHP iktidara gelir. Elbette, öncelikle iç huzuru sağlamak şartı ile! ünkü sosyal medyada troller bir yalan ortaya atıyor, sonra partinin bileşenleri başlıyor tartışmaya. Özellikle de birileri suni olarak yaratılan