Merkez Bankası, yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 25-30 aralığında açıkladı. Tabii toplu sözleşme zammı ve enflasyon farkının birleşimiyle belirlenecek milyonlarca memur ve emeklinin 2026 Ocak maaş zamları tartışılmaya başlandı…
Bu tartışmaya katılanlardan biri de Sağlık Hizmetleri Sendikası (SAHİM-SEN) Genel Başkanı Özlem Akarken… SAHİM-SEN Başkanı, açıklanan tahmini oranların milyonlarca kamu çalışanının yaşadığı geçim sıkıntısına çözüm getirmekten uzak olduğunu belirtmiş… Kamu çalışanlarının alım gücünü artıracak kalıcı adımların gerekliliğinin altını çizmiş…
Akarken, şöyle konuşmuş: "Merkez Bankası'nın enflasyon tahmini yüzde 25'lerde kalıyor ama sahadaki sağlıkçılar, öğretmenler, güvenlik personeli markete girdiğinde fiyatların yüzde 100 arttığını görüyor. Gerçek enflasyon mutfakta, markette, kirada yaşanıyor. Bu nedenle 2026 zammı sadece istatistiklerde değil, vatandaşın cebinde hissedilmeli. Kamu çalışanları artık geçim derdine değil, yaşam kalitesine odaklanmak istiyor."
Bir sendika başkanından, temsil ettiği kitle adına eleştirilerini ve beklentilerini dile getirmesinden başka bir şey beklenemezdi herhâlde… Zaten işi bu, öyle değil mi…
Başkan, farklı bir şey daha yapmış ve mesajlarının arasına umut veren olumlu ifadeler de eklemiş… Her hizmet kolunda görev yapan kamu personeli maaşlarında hissedilir artışlar ve emekliliğe yansıyan düzenlemelerle yeni yılın kamu çalışanları için bir 'umut yılı' olabileceğini vurgulayan Özlem Akarken, "Türkiye, güçlü kamu çalışanlarıyla daha güçlü bir geleceğe yürür. Biz Sahim-Sen olarak, hakların korunması kadar umudun da büyütülmesi gerektiğine inanıyoruz" demiş.
'İletişim' uygulamalarının amacı; hedef kitleyi belli bir 'iş hedefi' doğrultusunda ikna etmektir… Korku ve umut ise, 'vaat ve güven' gibi 'ikna'nın temel ögelerindendir…
Ancak, bu ögelerin, hayattaki her şey gibi, dengeli kullanılması gerekir… Bizde ise denge, büyük çoğunlukla, korkudan yana bozuk… Ağzını açan kıyamet, felaket senaryolarından başka bir şey konuşmuyor… "Battık, bittik edebiyatı" zaten malumunuz, her zaman başrolde…
Oysa umut olmadan sadece korku ile yol almaya çalışmak, CHP örneğinde olduğu gibi kendi ayağına ateş etmekten çok da farklı değildir… Yoksa bunca yıldır ağzından zehir saçan siyasetçiler, partiler oylarını biraz olsun artırırlardı; öyle değil mi..
Varlığımız; dilimiz ve çocuklarımız…Bugün, pek çok başarılı işine tanıklık ettiğimiz Enstütü Sosyal'in Boğaziçi Üniversitesi'ndeki Albert Long Hall'da bir etkinliği var: "İlkokul Çocuklarının Söz Varlığı Projesi" tanıtımı…
Türkiye'de 6-10 yaş aralığındaki çocukların söz varlığını sistematik biçimde inceleyen bu çalışma, Türkiye'de bir ilk imiş…
Uzman akademisyenler ve öğretmenler, araştırmaları boyunca, çocukların yazılı ve sözlü dil kullanımlarını etüt etmişler. Bu kapsamda son 20 yılda yayınlanan 483 çocuk kitabı, 128 MEB ders kitabı ve 228 çocuk dergisi, ülke genelinde 19 ilkokulda 138 öğrenciden alınan ses kayıtları ve 2.107 dijital içerik -çizgi film, TRT Çocuk, YouTube, animasyon- analiz edilmiş.
Sonuçta, çocukların yazılı ve sözlü dil kullanımlarını yansıtan 10 milyondan fazla sözcük tespit edilmiş. Ancak, çocuklarımızın bu 10 milyon içinden 11.000'ini kullanıyorlarmış. İşin ilginç yanı, Google Gemini'ye göre; Türkiye'de üniversite mezunu gençlerin kullandığı kelime sayısı 6-7 bini geçmiyormuş.
Çocukların 11 bin kelimelik haznesi, 130 kavram alanında ifadesini buluyormuş. Örneğin; Aile ilişkileri: anne, baba, kardeş; Duygular: sevinç, hüzün, merhamet; Bilim: deney, hipotez, araştırma; Bayramlar: hediye, tören, kutlama…
Enstitü Sosyal, elde edilen verilerin; eğitim materyallerinin niteliğini değerlendirmede bilimsel dayanak sağlayacağını, müfredat hazırlıklarına veri desteği sunacağını, çocukların okuma, yazma, dinleme ve konuşma becerilerini geliştirmeye yönelik içerik tasarımlarına kaynak oluşturacağını belirtiyor… Ayrıca bu verilerin, dil bilimi, eğitim ve yapay zekâ alanlarında yeni araştırmaların önünü açarak çocukların dil gelişimine uzun vadeli katkı sunacağının altını çiziyorlar.