Yaşamak bir tesadüf

İzmir'de yoldan karşıya geçerken su birikintisine basan 23 yaşındaki genç bir vatandaş elektrik akımına kapıldı. Ona yardım etmek isteyen 44 yaşındaki başka bir vatandaş da elektrik akımına kapıldı. İkisi de oracıkta öldü.

Söz konusu yerle ilgili yıllardır şikâyetler ediliyormuş meğer. Esnaf, vatandaşlar durumu yetkililere defaatle bildirmişler. Yer ile ilgili çeşitli haberler bile yapılmış. Fakat kimse oralı olmamış! Ta ki iki insan ölene kadar!

İki kişi öldükten, kamuoyu ayağa kalktıktan sonra yetkililer sorunu kısa sürede halletmişler.

Geçen hafta bir muhtarla geceleyin yaşanan gürültü şikâyetleri hakkında konuşuyorduk.

Muhtar bey " Defalarca kaymakama, Emniyet müdürüne vatandaşlarımızın şikâyetlerini ilettim. Talimatı yanımda verdiler. Fakat sorunumuz bir türlü hallolmadı. Çünkü talimatı alanlar işlerini yapmıyorlar. Kimse işini yapmıyor. Gürültü çıkaranlara muhtar olarak ben müdahale etsem başım belaya girecek, ne yapacağımızı bilmiyorum" dedi.

Birilerinin işlerini yapmadığı konusunda muhtar bey haklı. Birilerinin işlerini yapmadığı, birilerinin de tıpkı İzmir'deki olayda olduğu gibi, ancak birileri öldükten sonra yaptığı bir gerçek.

Neden birilerini işini yapmıyor ve birileri de ancak birileri öldükten sonra yapıyor Bu sorun, sadece bir denetim sorunu mu acaba Yani insanlar, başlarında onları görev tanımlarına uygun bir şekilde çalışmaya zorlayan bir amir olmadan, işlerini neden yapmıyorlar İşlerini yapmadıklarında herhangi bir ceza almayacaklarını mı düşünüyorlar Yoksa cezaları hafif mi buluyorlar

Burada iki büyük mesele ortaya çıkıyor.

Amirler bu kişileri denetlemeyerek, işlerini ihmal ediyorlar... Diğeri de İnsanlar kendilerini denetleyen biri olmadığında işlerini yapmıyorlar çünkü müstakil bir ahlaka, bir iş ahlakına sahip değiller.

Sadece başında amiri varken işini yapan, amiri denetlemediğinde işini yapmayan bir insan için dürüst-ahlaklı bir insan diyebilir miyiz

Sadece başkalarının gördüğü yerde iyilik yapan, başkaları görmediğinde iyilik yapmayan birine iyi diyemeyeceğimiz gibi böyle bir kişiyi de dürüst veya ahlaklı diyemeyiz! Çünkü bu kişi her ne yapıyorsa iyi ya da ahlaklı olduğu için değil, öyleymiş gibi görünmek için yapıyordur.

İş için de aynı durum geçerli. Sadece birileri onu izlediğinde işini yapan, hem ahlaka hem de iş sözleşmesine aykırı iş yapıyor demektir. Bu kişi eğer ahlaka ve sözleşmeye bağlı bir kişi olsaydı, denetlenmese de, kimse görmese de işini görev tanımındaki gibi yapması gerekirdi.

Yani o elektrik kaçağı çok daha önce giderilir ve o iki insan yaşıyor olurdu. "Muhtar" "kurumlar çalışmıyor" diye dert yanmazdı! "Problemli insanlara ben mi müdahale edeyim" diye düşünmezdi, çünkü müdahale eden birileri olurdu!

Para kazandığı işinden çalmak için, çalışmamak için fırsat kollayanlarla dolu bir toplumla hangi büyük işin altından kalkılabilir ki Bu tür insanlara hangi önemli iş teslim edilebilir

Hiçbir büyük işin altından kalkamazsınız çünkü, büyük işler, sorumluluk sahibi, bireysel ahlakı güçlü, dürüst insanlarla yapılır.

Türkiye'de geçmişte kamu hizmeti yapanlar düzenli bir maaş almazlardı. Onlar işlerini gördükleri kişilerden bir ücret alırlardı. Bundan dolayı memurlar, boş durmak istemez, daha çok iş yapıp, daha çok para kazanmak isterlerdi. Çünkü çalışmayan ücretten mahrum olurdu

Bu usulde bazı suiistimaller görüldüğü için Tanzimat döneminde memurlara düzenli maaş ödenmesi kararı alındı. Bu hem suiistimallerin önünü kesecekti hem işlerin düzenli görülmesini sağlayacaktı hem de kamu hizmeti görenlerin maişet kaygısını ortadan kaldıracaktı.

Fakat sonuç hiç de beklenildiği gibi olmadı. Memurlar maaşlarını belli bir düzenle almaya başladılar. Fakat bu sefer de nasıl olsa maaş alıyoruz diyerek vatandaşın işini savsaklamaya başladılar. İnsanlar bir emirname almak için haftalarca divanhanelere gelir gider, köylerinden uzakta, han köşelerinde bekler dururlardı Bürokrasiden dolayı ekonomik zarara uğrayan bu insanlar, işleri hızlandırmak için hademelere rüşvet vermeye başladılar

Bürokrasinin sağlıklı işlemesi için üretilen bir formül sistemin daha da işlemez hale gelmesine zemin hazırladı böylece.

19 Mart 1877'de açılan ilk Osmanlı Parlamentosu'nun gündemindeki en önemli konu, mülki yönetimdi. 18. Oturumda söz alan Erzurum Mebusu Giragos Kancıyan o gün çok çarpıcı bir konuşma yapar ve şunları söyler: