Toplumun McDonald'slaştırılması

Geçenlerde adıma gelen bir evrakı almak için muhtarlığın yolunu tuttum. Yol boyunca da babamla telefonda konuştuk. Muhtarlığın kapısının önünde telefonumu kapatmak için beklerken, muhtar kapının önüne çıktı ve beni gördü. Ardından kapıyı çekip arabaya bindi. "Evrak almaya geldim muhtar bey, saat daha dört buçuk, nereye gidiyorsunuz" dedim.

"Toplantım var" dedi muhtar, çok da umursamadan. "Bir dakikanızı almaz evrakı vermeniz" dedim. "Veremem, sen de telefonla konuşmayıp gelseydin" dedi ve gaza basıp gitti.

Daha sonra muhtara cep numarasından ulaşıp kendisine teessüflerimi ilettim. Evrakı almak için işten erken çıktığımı, aslında evrakı vermenin bir dakika bile sürmeyeceğini söyledim.

Ayrıca "telefonla konuşmasaydınız" diyerek kabahati bana yıkmasının terbiyesizlik olduğunu söyledim ona.

Özür diledi. Fakat özrü, "kısa kes, kapat bu konuyu" der gibi bir özürdü. İnsanlardan böyle özür dilenmeyeceğini anlatmaya çalıştım ama boşuna uğraştığımı anladım!

Birkaç gün sonra işimi tekrar bırakıp muhtarlığın yolunu tuttum.

Şöyle acı bir durum var: Türkiye'de bürokrasi tarafından ciddiye alınmak için hangi yolla olursa olsun, "güce" erişmeniz ve onu bir silah gibi elinizde tutmanız gerekiyor.

Güce erişip, onunla etrafınıza bir koruma kalkanı oluşturmadığınızda, yani sıradan vatandaş olmaktan "kurtulmadığınızda", bürokrasi sizi kolay kolay ciddiye almıyor. Sizi güçsüz gördüklerinde aşağılamakta, hakkınızı yemekte sakınca görmüyorlar.

Bürokrasinin itibar edeceği sosyal, siyasal kriterlere sahip değilseniz, işinizi halletmek zorlaşabiliyor. Ama o kriterlere sahipseniz, işleriniz kesinlikle beklemiyor.

Hatta olmaz denilen işleriniz olabiliyor. İnsanların günlerini harcayarak ve bizzat takip ederek sonuçlandırdıkları işleri, siz oturduğunuz yerden bir telefonla halledebiliyorsunuz!

Sosyal hayatta da güç belirleyici, doğru. Fakat bürokrasinin güç merkezli ve keyfilik esasına göre çalışmasının sorunlu yanları var. Sosyal hayatta güçten başka bir şeye itibar etmeyen insanlar varsa, ilişkinizi kesersiniz olur biter. Fakat devlet böyle değil ki! Onunla hayatınızın her anında bir şekilde temas kurmak durumundasınız. Ve o, insanlara eşit hizmet etmek için inşa edilmiş bir yapı.

Yani devletten hizmet alırken herkesin eşit bir biçimde hizmet alması gerekir. Statüsüne, unvanına bakılmadan herkese aynı hizmetin verilmesi gerekir. Kamu görevi yürüten biri, karşısındaki kişinin kim olduğuna bakmadan, yasalar nasıl tanımlıyorsa öyle yapmalıdır işini. Bunlar kulağa hoş geliyor ama gerçek pek böyle değil.

George Ritzer bundan yıllar önce "Toplumun McDonald'slaştırılması" adlı bir kitap yazmıştı. Kitapta, Max Weber'in akılcı bürokrasi yaklaşımına atıfta bulunarak, akılcı bürokrasinin yerini McDonald's fastfood restoranlarının işletme sisteminin alacağını söylemişti.

Ritzer, toplumu büyük bir McDonald's restoranına benzeterek, McDonald's'ta sistem nasıl işliyorsa, toplumun da benzer usul ve üretim ilkelerine göre düzenlendiğini öne sürmüştü. Bu sistemin temel niteliği verimlilik, öngörülebilirlik, hesaplanabilirlik ve akılcılıktı.

Yeryüzündeki hangi McDonald's şubesine giderseniz gidin; yediğiniz köftenin tadından, miktarından, servisin biçiminden, duvardaki sembol ve ikonalara kadar tamamen aynı şeylerle karşılarsınız. McDonald's da sürprizlere, müşteriye göre muameleye, değişken fiyat uygulamalarına yer yoktur.

Ritzer'in McDonald'slaştırma teziyle ilk gençlik yıllarımda karşılaştığımda, McDonald'slaşmanın çok kötü bir şey olduğu fikrine saplanıp kalmıştım. Ritzer akılcılaştırmanın dezavantajlarından bahsederken akılcılığın giderek demir kafese dönüşeceğini öngörmüştü. "Akılcı sistemlerin insani olmadığını ve toplumu insanilikten uzaklaştırdığını, toplumun gitgide daha fazla kesiminin akılcılaştırılmasıyla birlikte, akılcılaşmış kurumlardan oluşmuş ve artık kaçış yolu olmayan bir ağ haline geleceğini düşünüyordu."

Kapitalizm karşıtlığımızdan dolayı bu eleştirilerdeki kaygı gözüme çok haklı görünüyordu. Monoton standartlarla yayılmacı hizmet ağı, engellenmesi gereken bir düşmandı o zamanlar benim için.