Şehirler ve Seçimler

Belediye seçimleri geldi çattı.

Bu kez heyecan az, tansiyon düşük. Bir heyecansızlık, umutsuzluk, yorgunluk olduğu açıkça hissediliyor. Siyasiler de, vatandaş da yorgun. Bu haleti ruhiye sandık sonuçlarına da yansıyacaktır.

Yerel seçim sonuçlarının etkileri yerelle sınırlı kalmayacaktır elbette. Hiçbir zaman kalmadı da. Türkiye'de siyaset hiçbir zaman sadece siyaset değildir. Yerel seçimlerin hem makro hem de mikro boyutu olmuştur hep.

Ben daha çok, sokağı içine alan mikro boyutuyla ilgileniyorum. Nedeni basit: Sokak, kent hayatının döndüğü yer. Hayatımız sokağın sınırları ve karmaşası ya da düzeni içinde geçiyor. Orada alışveriş yapıyoruz, geziyoruz, yaşıyoruz Ters yönden girmiş bir araç hayatımızı felç edebiliyor. Erken saatte çalışmaya başlayan bir beton mikseri pazar sabahı uykumuzu bölebiliyor.

Hukuki disiplinini kaybetmiş, düzensizliğin hakim olduğu bir sokak, hepimizin hayatını doğrudan etkiliyor. Sokak neyse, hayatlarımız da o. Sokağı düzenlemek ama nasıl

Kent politikasında, "Kapitalist toplumların özellikleri, kapitalist kentlerin de özellikleridir." diye bir söz vardır. Bu, günlük hayatımızı da açıklıyor. Kamusal alanı, kurallarını herkesin kendisine göre belirlediği başıboş bir alan olarak görüyor olmamız, kent yaşamını anarşiye açık bir hale getiriyor.

Mesela, dükkan sahiplerinin kaldırımları, caddeleri işgaliyle ilgili ne yapacak başkan adayları Bundan önce şunu sormak lazım; bunun bir sorun olduğunun farkındalar mı Peki dükkan sahipleri yol açtıkları sıkıntının farkındalar mı

Bu mu mesele diyebilirsiniz!

Evet meselelerden biri bu. Hem de en önemli meselelerden biri bana kalırsa, hatta devasa projelerden de önemli!

Çünkü caddelerde yürünemiyor, şehirlerde yaşanamıyor artık!

Kamusal alan, illegal bir biçimde, küçük-büyük sermaye sahiplerince işgal edilmiş durumda.

Küçücük dükkanlar önlerindeki kaldırımın tamamını masa sandalyelerle, meyve sebze reyonlarıyla, teşhir ürünleriyle, soğutucu dolaplarla, üzerleri kıyafet dolu koca askılıklarla boydan boya işgal ediyorlar. Kimileri kaldırımlara ikinci bir dükkan kadar mal yığıyor. Çünkü kaldırımı kendi malı gibi görüyor.

Bu durumda kaldırımdan geçerken aslında adamın dükkanından geçmiş oluyorsunuz. Oradaki birine çarpsanız, adamın müşterisini rahatsız etmiş oluyorsunuz.Böyle bir saçmalık!

Kaldırımlar ve caddeler için tek tehdit dükkanlar değil. Arabalar da var. Herkesin kapısının önünü parsellediği bir düzen hakim. Bu yüzden anarşi diyoruz! Bildiğiniz otopark çatışmaları yaşanıyor. "Park yapamazsınyaparım" mücadelesi veriliyor.

Kimi yerlerde sokakların kaldırımları çay tepsisi kadar küçülüyor. Bu dar kaldırımlı sokaklarda, hareket edemediği için kaç çocuk trafik kazası geçirdi, sakat kaldı ya da öldü, tahmin bile edemezsiniz!

Bisiklet süremiyor çocuklar. Çocuklarına saygısı olmayan, çocukları için yaşlarına uygun alanlar oluşturmayan, birkaç göstermelik parkla göz boyamaya çalışan bir belediyecilik, geleceğimizden çalıyordur!

Koca İstanbul'da sahiller hariç, işinizden evinize bisikletle gideceğiniz doğru düzgün bir yol yok hala. Bisikletle ulaşımı çocuksu bir şey olarak gören, bunun kent hayatı için önemini kavrayamamış bir anlayış hakim bugün. Diyeceksiniz ki, "yollar arabalara yetmiyor, nerede kaldı bisiklet!" Ne diyeyim, haklısınız

Çocukluğumun geçtiği 4-5 katlı apartmanlarla dolu eski mahallemize neredeyse 12-14 katlı, birkaç sokağı birden kaplayan bloklar dikildi.

Bloklar o kadar yüksek ve geniş ki, gökyüzünü görmeniz zorlaşıyor. Yanından geçerken hapishanedeymişsiniz hissi oluşturuyor. Kaçıp kurtulmak istiyorsunuz!

Bu ucubelere izin verirken; kent estetiğini, toplum psikolojisini, insanca yaşamanın asgari standartlarını dikkate almayan yerel yönetim anlayışının değişeceğine dair bir şey duyuyor musunuz seçim kampanyalarında

Dahası büyük-küçük sermaye grupları tarafından kuşatılmış ve onların çıkarlarına resmi statü kazandırma aygıtına dönüşmüş "belediyecilik anlayışının" halka hizmet doğrultusunda yapabileceği bir şey olduğuna inanıyor musunuz

Türkiye'de yerel yöneticilik, kalın site duvarlarıyla diğerlerinden ayrılan sermayenin yaşam tarzını ve çıkarlarını korumak gibi bir işi vazife edinmiş durumda. Sıradan vatandaşa ise giderek Hindistan'daki trenlere dönüşen metrobüs ulaşımını yürünmez yolları; dönüştürülemeyen, çöktü çökecek konutları reva gören bu anlayışın, halka hizmet etmesi çok mümkün görünmüyor.

Belki de artık vailikler ve kaymakamlık varken, "belediye" denilen kurumun gerekli olup olmadığını tartışmanın zamanı gelmiştir. Hazineden çok büyük bir pay alan, siyasal taban oluşturmak için istihdamı araçsallaştıran, seçim sürecine girildiğinde çok büyük seçim harcamaları yapabilen ve yeteri kadar denetlenmeyen bu kurumun varlığı sorgulanmalıdır.