Osmanlı modernleşmesi: Bir dönemin analizi
ALİ OSMAN AYDIN
Osmanlı modernleşmesi uzun yıllar boyunca ya bir "kaçınılmaz ilerleme" hikâyesi olarak anlatıldı ya da "özden kopuş"un adı oldu.
Oysa bu iki anlatı da Devleti, kanlı canlı tarihin içindeki bir aktör olarak değil de, tarihin dışından yargılanan bir nesne olarak görür.
Yüksel Çelik ve Fatih Yeşil tarafından kaleme alınan "Osmanlı Modernleşmesinde Tereddüt ve Teceddüt Yılları" adlı kitap bu alışıldık şablonu bilinçli biçimde terk ediyor. Kitabın bence en önemli özelliklerinden bu.
Kitap daha en başında modernleşmeyi bir ideolojik tercih olmaktan çıkarıp, bir "hayatta kalma meselesi" olarak ele alıyor. Bunu yaparken de soğukkanlılığı, nesnelliği elden bırakmıyor.
Kitabın üzerinde durduğu bağlam, "Osmanlı neden modernleşti" değil, daha çok "Osmanlı hangi koşullar altında, hangi zorunluluklarla yüzleşerek ve nasıl modernleşti" sorusu. Bence kitabın diğer önemli özelliklerinden biri de bu gerçekçi yaklaşımı kitap boyunca sürdürmesi.
Kitap, toplumsal dönüşümlere, kaçınılmaz savaşlara, kahredici antlaşmalara, dayanılmaz zorunluluklara ve bütün bunların ortasındaki devlet faktörüne odaklanıyor.
1768'den itibaren Osmanlı, özellikle Rusya karşısında artık klasik denge siyasetinin işlemediği bir dünyaya adım atıyor. Bir travmaya dönüşen Kırım'ın ilhakı, Balkanlar'daki önlenemeyen çözülme ve merkezî otoritenin ayânlar karşısında zayıflaması, modernleşmenin düşünsel değil, yapısal bir mecburiyet olduğunu gösteriyor. Kitap bunu çok sarih bir şekilde gözler önüne seriyor.
Kitap bu süreci romantize etmeden, hamasete bulaşmadan anlatıyor. "Osmanlı'da idarenin ayânlaşması, merkezi otoritenin zayıflaması kadar, siyasî dilin giderek daha fazla dinî referanslarla kurulmasına da yol açmıştır" diyor. Siyasal söylemin dinileşmesinin yine iktidarın merkezileşmesi ve otoritesini yeniden kurma çabası çerçevesinde okunması gerektiğini vurguluyor.
Kitabın belki de en güçlü bölümlerinden biri Nizâm-ı Cedîd anlatısıdır. Çünkü bu düzenleme yalnızca askerî bir reform olarak değil, bir yönetim zihniyeti denemesi olarak ele alınıyor.
"Nizâm-ı Cedîd, bir askerî teşkilatlanmadan çok, onu mümkün kılacak mali ve idarî düzenin inşasını hedefliyordu."
Bu cümle, Osmanlı modernleşmesinin özünü ele verir. Sorun yeni silahlar değil, onları taşıyacak kurumsal aklı yeniden inşa etmektir. Yeni düzende eski alışkanlıklarla ilerlemek mümkün değildir. Yeni düzene yeni bir yöntem gerekmektedir.
Daimî elçiliklerin kurulması, mali reform arayışları, idari düzenlemeler ve hukukî altyapı tartışmaları bu telaşla dolu yeni arayışların sonucudur.
Reformun toplumla temas ettiği yerde ortaya çıkan gerilim de son derece kritiktir. İstanbul halkı ve âyanlar için Nizâm-ı Cedîd bir "yenilik" değil, eski düzeni yerle bir eden bir tehdittir. Modernleşme daha bu aşamada, merkez ile çevre arasında bir gerilim üretir.
Fransız İhtilali'yle birlikte yönetimler sarsılıp değişirken, Osmanlı bu değişimi temkini elden bırakmadan izler. Yeni bir dünyanın kurulduğu aşikardır, ama o yeni dünya ne getirecektir, orası muammadır.

19