Ölü toprağı

Ölü toprağı

Ali Osman Aydın

Türkiye'deki uzun mu uzun mesai saatleri sonrasında çoğumuzun yapacak pek bir enerjisi kalmıyor. Belki bu yüzden, belki hobi yoksunluğundan, belki de fazlaca evcimen olmamızdan dolayı, mesai sonrası insanlar genelde evlerinde vakit geçiriyor.

Evlerinde vakit geçirenlerin başlıca eğlencelerinden biri de televizyon dizileri. İstatistikler de dizilerin, haberlerden sonra en çok izlenen program türü olduğunu gösteriyor.

2024'te yapılmış bir araştırmaya göre ortalama ekran süresi neredeyse dört saate yakın; 65 yaş üstünde ise bu süre beş saati geçiyor. Ben bu sürenin bile çok iyimser olduğunu düşünüyorum.

Üstelik "ekran süresi" dediğimizde sadece televizyon ekranını anlamak da bir yanılgı. Telefon ekranını da kattığınızda mevcut sürelerin en iyi ihtimalle iki katına çıkacağını düşünüyorum.

Niyetim ekran süresini tartışmak değil. Bundan daha büyük bir sorun var: Dizilerin içeriği! Son 35 yılın dizilerine baktığımızda doğal, samimi, insani değerleri ön plana çıkaran ve "umut veren" mahalle hikayelerini ön plana çıkaran bir çizgiden; şiddet, dram ve duygusal sömürü içeren temalara doğru çok keskin bir dönüş görüyoruz.

Geçmişte aile bağları, dürüstlük, dayanışma ve sevgi gibi temalar çok sık işlenirken bugün vahşi şiddet görüntüleri ve duygusal sömürü, dizilerin omurgasını oluşturur hale geldi.

"Şiddet" derken yalnızca silahların kullanıldığı sahneleri kastetmiyorum. Sözlü ve psikolojik şiddet dizilerde sıradanlaştı.

Dizilerde gözyaşı, çığlık, kavga ve öfke gibi aşırı duygular içeren sahneler çok sık yer alıyor; alt fonda ise aşırı duygusallığı pekiştiren ağlak müzikler sahnelere eşlik ediyor...

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde yapılan bir çalışmada, Türk dizilerinin %70'inden fazlasında şiddet ve travma temalarının yoğun olarak yer aldığı tespit edilmiş.

Araştırmalar dizilerde özellikle kadınlara yönelik fiziksel ve psikolojik şiddetin çok sık bir şekilde işlendiğini gösteriyor. Daha da hastalıklı olan, bu şiddetin, kimi zaman erkek karakterin "sevgi gösterisi" olarak sunuluyor olması!

Bu durum şiddetin normalleşmesine, hatta dizinin gösterdiği gibi "romantik" bir şey olarak algılanmasına hizmet ediyor. Kadın karakterler çoğu zaman kurtarılmayı bekleyen, bağımlı, mağdur ve pasif; erkek karakterler ise genellikle baskın ve kontrolcü olarak resmediliyor. Bu algı kadının hapsedildiği ataerkil değerleri güçlendirerek kadınların aleyhine olan bir eşitsizliği meşrulaştırıyor.

Psikologlar, duygusal sömürü ve yoğun şiddet içeren yapımların sürekli izlenmesinin insanlarda stres, kaygı, öfke, mutsuzluk ve umutsuzluk duygularını artırabileceğini söylüyor. Ayrıca çocuk ve genç izleyiciler için problemli kişilik tipleri ve sorunlu davranış kalıpları rol model oluşturma riski taşıyor.

Esasında bütün meselenin merkezinde yapımcıların daha fazla reyting elde etme arzusu var. Bu arzu onları her bölümde daha fazla drama, daha fazla gözyaşına ve daha fazla şiddete yönlendiriyor.