Kahraman değil katil!
ALİ OSMAN AYDIN
Televizyon dizilerini izlemiyorum. Aslında "dizi" izlemiyorum diyebilirim. Ama televizyonda yayınlanan dizilerden genel olarak haberdar olmaya çalışıyorum. Hangi kanalda hangi dizi yayınlanıyor, hangi dizide kim oynuyor
Gerçi takip etmesem ne olur ki; bütün sosyal medya platformlarında dizi reklamlarına, dizilerden paylaşılan kısa videolara maruz kalıyoruz zaten. Hatta metroda kalabalıktan kafanızı çevirebileceğiniz sayılı yerlerde de aynı dizilerin reklamlarını karşımızda buluyoruz. Metro, AVM ve caddelerde yine dizi merkezli yoğun bir görsel bombardıman yaşıyoruz maalesef.
Artık diziler, yalnızca akşam saatlerinde ekranlarımızda değil; gündüz vakti bile zihinlerimizde dolaşıyor.
Uzun yıllar bu köşede dizilere ilişkin çok şey yazdık çizdik. Aradan geçen zamanda dizilerin içerik açısından daha da niteliksiz ve zararlı hâle geldiğini görmek ülke adına çok üzücü.
Diziler eskiden olduğu gibi şiddet, cinsellik ve duygusal sömürü ekseninde ilerlemeye devam ediyorlar.
Mesela… Eşref Rüya adında bir dizinin kısa videolarına denk geldim geçenlerde. Sadece izlediğim birkaç kesitten anladığım kadarıyla başkarakter bir katil. İlk cinayetini ergenlik çağındayken işlemiş. Cinayeti pişmanlık duyulan bir anı olarak görmediği de onun üstüne bina ettiği hayattan anlaşılıyor.
Hâlihazırda da kendisi mafya gibi biri. Etrafında silahlı adamlar var; dizide yaralamalı, öldürmeli olaylar dönüyor. Hemen hepsi de Eşref'in "kahramanlığını" vurgulayan olaylarla çözülüyor. Olayları yasalara başvurmadan, kendi kurallarıyla, şiddetle çözüyor.
Kendisini aynı zamanda "garip babası" olarak da servis ediyorlar ki, diğer zehirli içeriği kolayca yutturabilsinler.
Eşref'in sevdiği kadına karşı tahakküm edici kaba davranışları bile "aşk" olarak sunuluyor. Hem de ideal aşk…
Bu dizilerde, kötülük artık "karizmatiklik", zorbalık "maskülenlik", tahakküm "tutku" diye pazarlanıyor.
Aslında dizi bu kriminal tipi kötü biri olarak anlatsa, güç ve şiddetle haksız kazanç elde etmenin ne kadar yanlış olduğunu vurgulasa doğru bir yerde durmuş olurdu.
Ama dizi bu vurgudan sonra aynı reytingi alır mı
Alamaz diyemiyorum.
Çünkü bu ülkede bundan 25 yıl evvel, doğru ve iyi mesajlar veren pozitif diziler pekâlâ yayınlanıyor ve izleniyordu da.
Şaşı Felek Çıkmazı, 7 Numara, Yeditepe İstanbul, Ferhunde Hanım ve Kızları, Süper Baba, Bizim Aile gibi diziler gayet düzgün insan hikâyeleri anlatıyorlardı.
İçlerinde şiddet yoktu, müstehcenlik yoktu, duygu sömürüsü yapan ağlak dramalar yoktu.
Hayat vardı. Yardımlaşma vardı. Alışıldık, günlük insanlık halleri vardı. Semtin çarşısı, pazarı, sokağı, esnafı, evi vardı.
"Hayat tarzı" olarak size uyar ya da uymaz, o başka bir konu; ama genel olarak bakıldığında izleyiciye kötü mesajlar empoze eden yapımlar değildi bunlar.
O dizilerde insanın içini ısıtan bir ses tonu vardı; bugünkülerdeyse sürekli bağıran, emir veren, tehdit eden kaba bir gürültü var.
Doğru, köprünün altından çok sular aktı, sosyoloji değişti, Türkiye kültürel bir dönüşüm yaşadı iki binlerde.
"Artık böyle diziler izlenmez" diye düşünmek mümkün.
Ama bugün de izleyici, çeşitli internet platformlarından bizimkilere hiç benzemeyen, daha steril, daha insan merkezli yabancı dizileri bulup izliyor. Ayrıca önüne hep aynı içerikler konulmaya devam ettiği sürece seyircinin gerçekte neyi sevip sevmediğini nasıl anlayacağız
Bugün bariz biçimde boş ve zararlı içerikler hâkim dizilere. Vatandaşı, özellikle çocukları bu içeriklere karşı koruyacak filtreler çalışmıyor.
Haberlerde cinayetlerini ürpererek izlediğimiz, Müge Anlı'da suçüstü yakalanan o patolojik tipler; akşam ailece ekran başına geçilen zamanlarda dizi kahramanı olarak sunuluyor izleyiciye.
Bazı izleyiciler bu dizilerdeki ilişkilere bakarak kendi ideal ilişki ölçülerini oluşturuyorlar.
Öyle bir "adam", öyle bir "kadın", öyle bir "ilişki" arıyorlar.