Bırakın şu oryantalist klişeleri!

Bırakın şu oryantalist klişeleri!

ALİ OSMAN AYDIN

Ay Yapım "Sevdiğim Sensin" isimli bir diziye başlamış. Dizi yakında yayına başlayacakmış.

Sektör karikatürize senaryolara bayılır. Türk seyircisinin daha incelikli şeyleri anlayamayacağını varsayar çünkü! O yüzden zengin çok zengin olur, kötü çok kötü, kaynanalar hep ceberuttur… Grilikler kendine yer bulamaz bizim dizi aleminde.

Sevdiğim Sensin dizisinde ülkenin Batısından gelmiş bir asker ile dağın başındaki köyünde "törenin elinden kurtarılmayı bekleyen Doğulu kız" klişesi yeniden üretilmiş.

Batı'nın erkek, Doğu'nun kadın olarak temsil edildiği bu "kurtarıcı anlatısı" tıpkı 80 Günde Devri Alem'deki Bay Fogg'un hikayesine benzemiyor mu

Hatırlarsanız Hindistan'da dul kadınların ölen kocalarının cenaze ateşinde diri diri yakıldığı "sati" adında bir Hindu geleneği anlatılıyordu romanda.

Kocası ölen Aouda'da tam kurban edileceği sırada Phileas Fogg Hintli kadını bu zorbalıktan kurtarıyordu.

Çünkü Bay Fogg da bizim kamuflajlı askerimiz gibi beyaz bir kurtarıcıydı. Sonrasında Aouda'nın "kurtarıcısına" duyduğu hayranlık artıyor ve Aouda mutluluğu Fogg'a teslim olmakta buluyordu.

Seksen Günde Devr-i Âlem'de Batı ve Doğu arasındaki ontolojik karşıtlık çok net bir şekilde göze sokuluyordu. Zaten kitabı yazan Verne'nin amacı da tastamam buydu!

Bay Fogg yani Batı; aklı, bilimi, dakikliği, beyefendiliği, medeniliği, disiplini, dürüstlüğü temsil ediyordu.

(Bildiğiniz gibi Mitos Antik Yunan'da dünyayı tanrılar, efsaneler ve masalsı anlatılarla açıklama biçimidir; Logos ise akıl, mantık ve rasyonel düşünceyle dünyayı anlamlandırma yoludur.)

Mitos ve logos zıtlığına dayanan romandaki meşrulaştırma söyleminde, Avrupalı olmayan toplumlar/coğrafyalar, mitosu yani batıl inancı, karanlığı, cahilliği, kurbanları, despotluğu, tarihsel geriliği imlerken; Batı logosu yani bilgiyi, akılcılığı, aydınlığı, doğaya hâkim olan insanı, özgürlükçü bir toplumu işaret ediyordu.

Güneydoğuya yıllardır gidip gelen, orada iş yapan, oradaki insanları bizzat gözlemleyen biri olarak Doğulu kadına çizilen bu aciz, "egzotik" ve "kurtarılmayı bekleyen" kimlik, bana çok sorunlu gibi göründü.

Kürt erkeğini vahşi; Batılı- Türk erkeğini ise kahraman-kurtarıcı gibi resmeden son derece ilkel, ön yargılı oryantalist bakış da son derece problemli!

80'ler Türk sinemasında bir grup solcu yönetmenin tasvirleri böyle bir şemanın oluşmasına yardımcı olmuştu. Hatırlayın, Yılmaz Güney'in Sürü, Endişe filmlerini... Ya da "Derman" gibi, "Hakkari'de Dört Mevsim" gibi sınıfsal anlatıları. Güney'in "Yol" filminde memleket ama özellikle Güneydoğu koca bir hapishane olarak tasvir edilmemiş miydi

Bu şemayı beyaz perdede ilk kıranlardan biri Yılmaz Erdoğan'dı. Vizontele'de seyirci; kaba saba konuşan, saçı sakalı birbirine karışmış, cahil ve kirli tiplerle dolu, kaçıp kurtulmak isteyeceğiniz eski Güneydoğu imajı yerine ülkenin diğer kısmındaki insanların tıpa tıp aynısı olan fevkalade güzel, sevilesi insanlarla dolu, sahici bir portre izledi. Bence Viztontele bu anlamda geçmiş anlatılara sağlam bir eleştiri idi.