Bir hayal için kurban edilen çocuklar
Ali Osman Aydın
Sizin de çevrenizde çocuklarını kıyasıya eleştiren ebeveynler vardır eminim…
Bu ebeveynlerin çocuklarını peşinen talihsiz çocuklar olarak sayabiliriz. Talihsiz çocuklar en az yaşıtları kadar çalışkan, başarılı, asi, saygın, neşeli, özgüvenli olabilirler. Dışarıdan bakıldığında onlar da hiçbir kusur göze çarpmayabilir. Oturup konuştuğunuzda onlarda hiçbir anormallik sezmeyebilirsiniz. Size gayet normal, hatta başarılı çocuklar olarak da görünebilirler. Ama nitelikleri ne olursa olsun bu çocuklar ebeveynlerinde bir hoşnutluk oluşturmayı başaramazlar.
Ebeveynleri onlarda azarlanacak bir şeyler bulma konusunda her zaman mahirane davranırlar. Herhangi bir çocuğa gösterilmesi gereken asgari nezaketi, sevgiyi ve anlayışı kendi çocuklarından esirgeyebilirler. Siz de bu tür davranışlara şahit olmuşsunuzdur… Bu tip velileri arkadaşlarının içinde çocuğunu küçük düşürürken görmek son derece üzücü bir durumdur.
Küçükken mahalle maçı yaptığımızda ve maç gereğinden fazla uzadığında, bizim kadar şanslı olmayan bazı arkadaşlarımız, babası kulağından çekerek götürdüğü için maçı bırakmak zorunda kalırlardı bazen. Arkadaşımızın gidişini içimiz parçalanarak izlerdik. Herkesin keyfi kaçar, çocuk yüreğimize kötü mü kötü bir his otururdu.
O gece uyumadan önce, onun o akşamı nasıl geçirdiğini düşünmekten kendimi alamazdım mesela. Çekilen kulağı, kabaran ama taşmayan göz pınarları, kimseye değil boşluğa bakan gözleri tavandan beni izlerdi sanki. Kulağından tutulup götürülen ben olsaydım ne kadar utanç duyacağımı hayal ederdim öyle gecelerde. Bir daha o arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakacağımı… Böyle bir olay başıma geldikten sonra onların arasına hiçbir şey olmamış gibi karışmanın ne kadar zor olacağını düşünürdüm… Arkadaşımın o haline üzülürken, içinde bir yerlerin, kızarıp yanan kulağından daha çok acıdığını tahmin etmek hiç de zor olmazdı. Zaten ertesi gün maç yapmak için bir araya geldiğimizde onun bir önceki akşam olanları ne kadar içerlediğini düşük omuzlarından ve maça katılmak konusundaki çekingenliğinden anlardık. Çoğu zaman maç başlar ama o arkadaşlarımız, kendilerini maça kaptırmaktan alıkoyamayacaklarını düşünereksahanın kenarından izlemeyi yeğlerlerdi.
Annesinin öfkeli sesini hiçbir zaman duymamış, babasından dayak yememiş biri olarak, hayatım boyunca bu tip çocukları düşük omuzlarından ve bir yerlerden ansızın çıkacak anne ya da babalarından dolayı kaygıyla dolu duruşlarından tanımakta güçlük çekmedim. Ne giyinseler, hangi kisveye bürünseler kapanmayacak yaralarla hayata tutunuyordu bu çocuklar.
Herhangi bir sorunla karşılaşıldığında suçu üzerlerine almaya, kendilerini değersizleştirmeye, varlıklarını hor görmeye herkesten daha fazla hevesli oluyorlardı. Sanki anne ve babalarının yıllarca sürdürdüğü rolü onlar üstleniyorlardı farkında olmadan. Kendilerini hiçbir iyi şeye layık görmüyor, hayatın güzelliklerinin hep başkalarının hakkı olduğunu düşünüyorlardı. Yenilgilerin değişmez kaderleri olduğunu hissediyorlardı besbelli. Bir yerde konuşsalar cılız ve tereddütlü seslerinden, ne söyleyeceğini bilmeyen kararsız hallerinden, "az sonra saçmalayacağım!" endişesiyle kızaran yüzlerinden tanıyabiliyordunuz onları. Yahut ancak art arda alınan yaralardan dolayı ruha yapışabilecek melankolik hallerinden… Kerli ferli yetişkinler de olsalar onların o kızarıp yanan kulaklarını görebiliyordunuz. Bu çocuklar hayattaki en yakınlarıtarafından tam gelişme çağlarında duygusal olarak sakatlanmışlardı. Alttan alta, hayattaki bütün çabaları, kimseye göstermek istemedikleri o sakatlığı iyileştirmeye çalışmakla ilgiliydi. Ne sakatlıkla ne de o sakatlığa neden olan anne babalarıyla hiçbir zaman ölçüsünü tutturamadıkları tuhaf, hınç dolu bir ilişki içindeydiler.