Bilgi değil, ahlâk eksikliği

Bilgi değil, ahlâk eksikliği

Ali Osman Aydın

"Biz hâlâ bütün felaketlerimizin sebebini cehâletimizden biliyor ve bunda ısrar ediyoruz. Kendimizde ilim eksikliğinden başka bir noksan bulmuyoruz. Bilgi sahibi kimselerin de kötülük yapabileceklerine ihtimal vermiyor, ilim ve tekniği her şeye devâ sanıyoruz.

Fakat cehaletin en büyük noksan sayıldığı memleketimizde, ilim ve fen tahsiline gösterilen bu büyük itimat, bütün saadete ve olgunluğa, çok para sahibi olmakla kavuşacağını zanneden fakirin, servete karşı gösterdiği sevgiye benzemektedir.

Halbuki bu fakir adam, gerekli vasıfları eksik olduğu için zengin olamamıştır ve hayatının sonuna kadar da servet sahibi olmak ihtirası ile tutuştuğu halde, buna muvaffak olamayacaktır.

Bizler de azim ve sebat, irâde ve fedakârlık gibi çok lüzumlu ahlâkî hasletlerden mahrum bulunmamız sebebiyle, hiçbir zaman, ciddî başarılar kazanamıyor, fakat daima ilim ve sanat elde etmek ihtirası ile dolu bulunuyoruz.

Bizi daima hata ve yanlışlara sürükleyen ahlâkî noksanlarımız, yapmakla mükellef olduğumuz vazifeleri yerine getirmemize mânî olmaktadır. Ayrıca gurur ve bencilliğimiz, noksanlarımızı ve kendi gerçek değerimizi anlamamızı da önlüyor. Kendimizi beğenerek, lâyık olmadığımız şeyleri elde etmek istiyoruz. Kayıtsız, tembel ve rahatına düşkün oluşumuz 'câhil âlimler' derekesinden kurtularak faydalı insanlar olabilecek derecede, ilim ve irfan tahsil etmemize mâni oluyor.

Dolayısıyla Osmanlı cemiyetine mensup her ferdin vatanına karşı ilk ve en mühim vazifesi, ahlâkî noksanlardan mümkün olduğu kadar kurtulmak; kıskançlık ve bencillik hisleri yüzünden ortaya çıkan ve başkalarında görüp de beğenmediği, fakat bizzat kendinde de varlığını hissettiği her türlü kötü duyguları yenmekten ibarettir."

Yukarıdaki satırlar Said Halim Paşa'nın 1919 senesinde basılan Buhranlarımız adlı risalesine ait. Sadrazamlık da yapan Paşa 1864 doğumlu. Osmanlı son dönemini bizzat yaşamış, analiz etmiş, sorunları tespit etmiş biri. Bundan tam yüz yıl önce söylüyor bu sözleri

Bugün de bilgiye ve teknolojiye duyulan marazi güven, ahlâkî gelişimin fersah fersah önüne geçmiş görünüyor. Tıpkı Paşa'nın yüzyıl önce işaret ettiği gibi eğitimli bireylerin kötülük yapamayacağına, her zaman şaşmaz doğruları söyleyeceklerine dair zımnî inanç, hâlâ toplumda canlılığını koruyor.

Oysa geride bıraktığımız yüzyılda bu inancı kökünden sökecek çok fazla örnekle karşılaştık. İnsanlığın bir önceki yüzyılı yüksek tahsilli insanların ürettiği trajedilerle boğuşmakla geçti. Bu zümre kitle imha silahları üretti. Toplumlar arasındaki nefreti körükledi. Ülkeleri işgal etti. Kitle imha silahlarıyla yüz milyonlarca insanın ölümüne neden oldu.

Bugün bilim adamları denilen zümre, geliştirdikleri biyoteknolojik silahlarla, askeri yazılımlarla ya da çok uluslu ilaç şirketlerinin sinsi planlarına hizmet eden bilimsel araştırmalarla, açık bir biçimde küresel suçlara alet oluyorlar. Bilimsel bilginin sermayeye teslim olduğu bir dünyada, bilgi kimin çıkarlarına hizmet eder sizce İnsan sağlığı ve huzuru mu, yoksa kitleleri sömüren çok uluslu şirketlerin vahşi kâr iştahı mı öncelenir