Aranan kan bulundu mu

Aranan kan bulundu mu

ALİ OSMAN AYDIN

Söz vermek, borç almaktır. Mutlaka ödemeniz gerekir. Sözümüzde duralım, son yazımızda kaldığımız yerden, devam edelim.

Ülkemizde, selamlaşmanın ardından, en çok sorulan iki sorudan biri şudur:Nasılsınız Diğeri de 'nerelisiniz'

Biriyle karşılaştığımızda, iş hayatında, telefonda, taksiye bindiğimizde, velhasıl gündelik hayatın her yerinde bu soruyu sorar veya cevaplarız: Nasılsınız, iyi misiniz

Bilen bilir, hatırlayan hatırlar. Sayısız cevap içinde en sevdiğim: "Elhamdülillah, Türkiye gibiyim."

Eğer karşımızdaki yeni tanıştığımız bir kişiyse, devamındaki soru da bellidir: Nerelisiniz

Bu sorunun cevabı, kim olduğumuzu, kimlerden olduğumuzu da ortaya koyuyor.

Aslında, birçok kişi için, bu sorunun 'basit' bir cevabı var: Oralı veya buralı. Oysa ben, tek kelimelik bu soruya, tek bir cevap veremiyorum.

Doğduğun yer mi, doyduğun yer mi Yoksa nüfusa kayıtlı olduğun mu Bir de şu var: Nasrettin Hoca'ya 'nerelisin' diye sormuşlar. 'Daha evlenmedim' diye cevap vermiş. Galiba, buradan başlamak gerekiyor. İlk olarak, bu sorunun cevabını bulmamız gerekiyor.

Sondan değil, baştan başlayalım.

Tam da burada, aklıma, İlber Ortaylı'nın şu cümlesi geliyor: "Kelkit'liler Oğuz Türkü'dür. Kelkitli değilim, Şiran'lıyım. Oğuz elinin en bilinen boylarındanAvşarlardan

Nasrettin Hoca'nın hesabına göre de Çengiçlerdeniz. Tekrara düşmeyelim. Çengiçlerin kim olduğunu yeniden anlatmayalım. Bu konudaki yazımızın başlığını hatırlatmakla yetinelim: 'Bize Çengiç derler.'

Akrabaları halen Saraybosna'da ikamet eden Bosna damadı olarak, on yıllardır, bu ülke üzerine konuşuyor ve yazıyoruz. Bosna'da meydana gelen her gelişmeye, dışardan değil, içerden bakıyoruz.

Burası oldukça mühim mesele

Hayli uzun bir zaman, Bosna ile ilgili haberleri batı kaynaklarından aldık. Bosnalı kardeşlerimiz hakkındaki haberleri yabancı ajanslardan takip ettik. İki binli yıllarda, bu akış büyük ölçüde değişti. İmkânlarımız da aynı doğrultuda arttı. Gelişmeleri dolaylı değil, doğrudan ve yerinde takip etmeye başladık. Büyükelçilik ve konsolosluklarımıza, Anadolu Ajansı'nın haberlerine, TİKA'nın çabalarına, Yunus Emre Enstitüsü'nün çalışmalarına, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı'na hep bu gözle baktım.

Şimdi ise bir imkânın ortasındayız. Ancak her imkân bir imtihandır. Bu imkânlar, bize, milletin ve ümmetin emanetidir.

Şahitlik ediyoruz ki, imkânlarla beraber, ihtiraslar da büyüyor. Örneğin, müşavirlik koltuğu yetmiyor, otel alma peşinde koşuluyor. Müdürlük koltuğu yetmiyor, acente açma uğraşı veriliyor.

Zamanında müdahale edilmeyen yahut üstü örtülen her olumsuzluk, günün birinde, devasa bir soruna dönüşüp karşınıza çıkar. Nitekim öyle oldu, oluyor.

Özünü kaybeden sözünü de kaybeder. Çelişkinin kendisine dönüşürüz. Nefsine uçkuruna hâkim olamayanların, imkânlar için verdiği mücadeleye dava diyemeyiz.

Bu imkânlar, insanları üzelim diye bize verilmiyor. Emanetçisi olduğumuz koltukları milletimizin mensuplarını bölmek, parçalamak veya dışlamak için kullanamayız. Bulunduğumuz makamları, insanlara korku salmak için bir vesile haline getiremeyiz.