Algoritmaya uzak kendine yakın
Algoritmaya uzak kendine yakın
ALİ OSMAN AYDIN
Bir süredir sosyal medya perhizi yapıyorum. Hatta ana haber bültenlerini bile izlemiyorum. Memlekette olup biteni ancak bir sohbette bahsedilirse duyuyorum. Bilmiyorum diye de hayıflanmıyorum. Hiçbir şeyi kaçırdığımı düşünmüyor, aksine çok şeyi elde ettiğimi fark ediyorum.
Size de tavsiye ederim. Hakikaten zihnimize, ruhumuza, duygularımıza hamallık yaptırıyoruz. Koca gün o haberden bu habere savrulup duruyor; kimine kızıyor, kimine üzülüyoruz. Müthiş bir zihinsel yorgunluk yaşıyoruz. Ekranı kapattığımızda bitkin düşüyoruz.
Tabiat da şu mevsimde, yemyeşil kokularla her yandan coşmuşken, bir girdap gibi insanı içine çeken ülke gündemine biraz mola vermek hiç de fena bir fikir değil.
Mola verdiğinizde sosyal medyanın ne kadar zamanınızı çaldığını hayretle göreceksiniz.
Ben de öyle oldu. Sosyal medyayı kısıtlayınca başka şeylerle uğraşmak için baya bir vaktim oldu. O esnada kitaplığın arka taraflarında kalmış kitaplara bir göz atmak istedim. Ya da bir şey beni oraya çekti. Elime bir kitap geçti. Adı "Psikiyatri ve Sinema".
Oturdum, kitaba göz atmaya başladım, çizdiğim yerlere baktım, düşündüm Zihnimi biraz zorlayınca hatırladım: Bu kitabı ta 2001 yılında Ahmet Can Karahasanoğlu'ndan almışım
O zaman Ahmet Can, Akit'in günlük Kültür Sanat sayfasını yapıyor. Benim de hafta sonları yazılarım çıkıyor aynı sayfada. Hafta iki üç gün gazetede bir araya geliyoruz. Ahmet'in odasına her gidişimde farklı kitaplarla karşılaşıyorum. Tanıtılması için yayınevleri gönderiyorlar kitapları. Öyle ki oda da adım atılacak yer yok. Her yer kitap dolu. Ayrıca Ahmet'in odadan gün batımı da güzel görünüyor. Western sever biri olarak bir yandan kitap yığınları arasında yazı yazarken, diğer yandan bazı günler iyice kızıllaşan gün batımına bakmaktan inanılmaz keyif alıyorum. Fonda hep Eleni Karandirou oluyor. Hep usul usul çalıyor. Ha bir de Ahmet'in odasının olmazsa olmazı, tütsüler var. Egzotik kokular, güzel müzik, çeşit çeşit kitaplar, kızıl gün batımı, çay ve tadına doyulmaz sohbet.
O odada ne kadar güzel zamanlar geçirdiğimizi 24 yıl sonra o kitap vesilesi ile tekrar hatırladım. Sadece güzel de değil, verimli zamanlardı. İşlerimizi yetiştirmeye çalışırken bir yandan da sohbet ederdik. Film ve kitap tavsiyeleri havada uçuşurdu. İkimizde en son ne okuduk, ne dinledik ve ne izlediysek birbirimizle paylaşırdık. Biri o zaman paylaşılan isimleri not alsa fevkalade zengin bir listeye sahip olurdu herhalde.
Zamanda yolculuk için illa Geleceğe Dönüş'teki plütonyumla çalışan DeLorean'e ihtiyaç yok. Bir kitapla da zamanda yolculuk yapılabiliyor, insanın içini sızlatan anları tekrar yaşayabiliyorsunuz.
Yani sadece boş zamanlarımızı değil tüm zamanımızı işgal eden sosyal medyaya bir süre ara verince boğucu bir tünelden çıkmış gibi aydınlanıp ferahlıyor insan. Erdem Beyazıt'ın dediği gibi "gök kirli dumanlardan yıkanıyor". İnsan bu aydınlıkta çevresine daha dikkatle bakabiliyor.
Tam burada Hindistanlı bilge Krisnamurti geldi aklıma. Krişna, bütün öğretisinde döne dolaşa "farkındalığı" anlatır. Farkında olun, uyanık olun, ne olup bittiğini idrak edin demeye çalışır. Krişna bu yüzden ısrarla kendini gözlemekten bahseder.