Gerçekleri anlatmaktan korkan bir toplum haline nasıl geldik.
Daha vahimini söyleyeyim, gerçeklerin bir kısmını anlatarak, olayları bambaşka bir şekle büründürmeyi başarabilen bir toplum haline nasıl geldik.
Lehimize de olsa, aleyhimize de olsa; gerçekleri yalın haliyle ve hiçbir unsurunu eksik bırakmaksızın niçin anlatmıyoruz.
Gerçeklerin içerisindeki bazı bölümleri atlayarak kendi menfaatimize sonuçlar çıkartmayı, niçin planlıyoruz.
Bir hafta içerisinde iki somut örnek.
Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan ile ilgili, başörtülü bir çalışanın ortaya attığı iddialar.
Merkez Bankası başkanının, faizi yükseltmesi operasyonlarında aleyhine yorumlar yapan bir gazeteci olarak söylüyorum. Hafize hanımı suçlayan başörtülü sekreter olayında, başörtü hakkının bu ülkede mücadelesini vermiş bir gazeteci olarak söylüyorum.
Başörtülü çalışan haksız.
En azından şunu söyleyeyim başörtülü çalışan, başörtüsünün hakkını verecek ölçüde haklı değil.
Anlaşıldığı kadarıyla, başörtülü sekretere, başarısı sebebiyle daha iyi bir makam öneriliyor.
Milyonlarca çalışana sorun. Anket yapın. Şu ya da bu kurumda demeden istediğiniz her yerde araştırmanızı tekrarlayın.
Daha iyi bir konumda çalışma teklif edilen kaç kişi bu öneriyi reddeder
Ama maalesef ki, ev hanımı olma değil, küçük yaşta çocuğu olmasına rağmen çalışmayı tercih eden bir kişi olarak o başörtülü hanımefendi, kendisine daha iyi şartlarda bir makam teklif edildiğini söyleyip, bunu reddettiğini, sonrasında da işine son verildiğini iddia ediyor.
Ama kendisine daha iyi bir makam teklif edenlerin birdenbire niye işine son verdiğini, burada kendisinin haksız bir durumda olup olmadığını anlatmıyor, yorumda bulunmuyor.
Yorumda bulunmuyor ama, hakkını yemeyelim kendisinin aktardığı bazı verilerden hatanın kendisinde olduğu da ortaya çıkıyor.
Daha iyi bir makama getirilmek istenen ve sonrasında işine hepten son verilen hanımefendi diyor ki: "Benim okula giden 7 yaşında bir çocuğum var. Onu her gün okuldan almak zorundayım. Evli bir kadınım, bu saatlere kadar çalışmak bana zor gelebilir, dedim!"
Tartışmaya bakın.
Evlisiniz. Çocuğunuzu, babası yerine siz, her gün okuldan alıyorsunuz. Servise bile emanet edemiyorsunuz. Ama "illa da illa ben çalışacağım" diyorsunuz, "maaş alacağım" diyorsunuz. Büyük ihtimalle de mesai saatleri dahilinde çocuğunuzu okuldan almak için işinizi zaman zaman da olsa terk ediyorsunuz. Özel işyerlerinde buna imkan tanınmayacağını düşünerek "devletin işveren olduğu bir iş alanında çalışacağım" diyorsunuz.
Söyler misiniz, türbanlı da olsa, bu hanımefendi şimdi haklı mı
Dindar görünümlerine rağmen hem olayı gerçek yönüyle net olarak açıklamayan, hem de kendilerini haksız gördüğüm ikinci somut örnek de, Diyarbakır Kulp ilçesindeki bir cami imamının şikayeti.
Peşinen söyleyeyim kaymakam da olsa başka bir yetkisi de olsa, kimsenin kimseyi dövmeye hakkı yok.
Ama kimse de kusura bakmasın.
Görevini hakkıyla yapmayan ve başından geçen olayları da kendi haksızlığını gizleyecek şekilde kamuoyuna aktaranlara da eyvallah etmememiz gerekir.
Kulp ilçesindeki imamın olayı neymiş
İmamın penceresinden olayı aktaran bir açıklamadan aktarıyorum:
"Cuma namazında hocamız hutbeyi okurken sehven bir iki satırı atlıyor. Bunun üzerine camide bulunan Kaymakam bey imama 'Hocaaa! Hutbeyi tam ve doğru oku' şeklinde bağırarak uyarıyor. İmam kardeşimiz o paragrafı atladığını farkederek tekrar paragrafı okuyor. Namaz kılındıktan sonra Kaymakam beyin korumaları camiyi tamamen boşaltarak hocamızı imam odasına götürüyorlar. Odaya giren Kaymakam bey hocamıza ağır küfürler ederek hakarette bulunuyor ve üzerine yürüyor."
İmamımızı savunan açıklamada okunmayan bölümün sehven olduğu belirtiliyor ise de, öyle olmadığı çok net.
Bölgedeki PKK terörü sebebiyle, korkusundan olabilir, başka başka gerekçeleri olabilir, imamımız, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın gönderdiği hutbedeki şehitlerimizin anılması ile ilgili bölümü atlıyor.
Bir grup laikçinin iddia ettiği ettiğinin tam aksine, cumasız oldukları halde hutbede okunacak şeyleri dikte etmek isteyenlerin tam aksine, Diyanet İşleri Başkanlığımız tüm Türkiye'deki camilere bir hutbe hazırlıyor. O hutbede PKK'lı teröristlerin şehit ettiği askerlerimizle ilgili rahmet dileniyor cennetlik oldukları belirtiliyor.
Yine o hutbede, Gazze'deki katliama da değiniliyor.
Ama imamımız, ne hikmetse binlerce camimizde okunan hutbe metnindeki PKK'lı teröristlerin şehit ettiği askerlerimizle ilgili bölümü atlıyor.
Biz de imamımıza haksızlık etmeyelim; imamımız da kaymakama atladığı bölümle ilgili aslında şu izahatı yapmış.
Kaymakam, hutbeyi eksik okuduğu belirtilen imama çıkışmış: "Sen terörist misin"