YENİ BİR UYANIŞIN EŞİĞİNDE: İSLAM DÜNYASINDA FARKINDALIK ARAYIŞI

İnsanlık, modern çağın en sert kırılmalarına tanıklık etti. 20. Yüzyılın başları ve ortalarında patlayan iki büyük savaş, yalnızca milyonlarca canı değil, insanoğlunun vicdanını da tüketti. Ardından kurulan uluslararası sistem, "bir daha asla" sözüyle doğsa da kısa sürede güçlülerin çıkarlarını koruyan yeni bir düzenin kılıfına dönüştü. Bu gelişmeler, insanlığın benzer felaketler yaşamasını önleyecek normların ve kurumların 1. Dünya Savaşı sonrası Milletler Cemiyeti ve 2. Dünya Savaşı sonrasında da Birleşmiş Milletler Teşkilatını ihdas edilmesiyle sonuçlanmıştı. Ancak kısa bir zaman sonra bu norm ve kurumların, büyük güçleri, uluslararası sistemin başat aktörleri haline getirdiği ve yeni bir emperyal düzene yol açtığı anlaşıldı. Her iki kurum da Dünyanın mafyatik, adaletsiz emperyal güçlerinin menfaatini korumak üzere, adeta bunların işlediği kanlı işgal, gasp ve soykırım cürümlerinin hesabı sorulamasın diye kurulmuştu. Soğuk Savaş'ın iki kutuplu dünyasında, insanlık kapitalizmle sosyalizm arasında sıkışıp kaldı. Bugünse, o sistemin kalıntıları üzerinde yükselen tek kutuplu düzenin maskesi, Gazze'de bir kez daha düştü.

Batı'nın yıllardır "evrensel değerler" diye pazarladığı kavramların, ne yazık ki, sadece çıkarları tehdit edilmediği sürece geçerli olduğu bir kez daha ortaya çıktı. ABD ve Avrupa'nın desteğiyle Gazze'de yürütülen katliam, insanlığın gözleri önünde yeni bir ahlaki çöküşün simgesine dönüştü. "Ahlaki üstünlük" diye övünülen Batı, artık inandırıcılığını tamamen kaybetti. Küresel siyasetin vicdanı iflas etti.

Bugün yeni bir dönemin eşiğindeyiz. Güç dengeleri değişiyor, yeni aktörler sahneye çıkıyor. Fakat bu değişim yalnızca politik ya da ekonomik değil — medeniyetin anlamına, ahlakın yerine, insanın değerine dair bir sorgulamayı da beraberinde getiriyor. Halklar artık yalnızca yönetilmek istemiyor; seslerini, haklarını ve kaderlerini sahiplenmek istiyorlar.

Bu noktada İslam dünyasının rolü kritik. Coğrafyamız, yalnızca enerji ve jeostratejik açısından değil; aynı zamanda ahlaki sermaye açısından da dünyanın kalbinde duruyor. Ancak bu potansiyelin hayata geçmesi için, geçmişin hatıralarıyla övünmek yerine, bugünün sorunlarına cesaretle bakmak gerekiyor.

İslam ülkelerinin yapması gereken, kendine özgü bir gelecek tasarımı kurmaktır. Bu tasarım, yalnızca siyasal bir strateji değil; ahlak, adalet, bilgi ve merhamet temelli bir varoluş vizyonu olmalıdır. Gerçek kurtuluş; bir dış gücün zaafından değil, kendi iç bütünlüğümüzü yeniden inşa etmekten geçiyor.

Bugün karşı karşıya olduğumuz zorluklar, iç ve dış etkenlerin iç içe geçtiği çok katmanlı bir yapıya sahip. Bu nedenle, değişimi sadece dış baskılara ya da sadece iç reformlara bağlamak gerçekçi değildir. Berlin Duvarı'nın yıkılışından Arap Bahar'ına kadar yaşanan süreçler bize şunu gösterdi: tarihi yalnızca güç dengeleri değil, toplumların kendi iradesi ve bilinci de şekillendirir.

İslam dünyasının ihtiyacı olan şey, duygusal tepkiler değil; stratejik akıl, tutarlı planlama ve kolektif farkındalıktır. Eğitimden ekonomiye, teknolojiden kültüre kadar her alanda uzun soluklu bir planlama anlayışı inşa edilmelidir. Artık hamasetin değil,