Hamas'a saldırının yankıları ve diplomasinin değişen dili

İsrail Hava Kuvvetleri, 9 Eylül 2025 tarihinde, Katar'ın başkenti Doha'da; barışa ilişkin hazırlık görüşmeleri kapsamında toplanan Hamas'ın üst düzey liderliğine karşı bir hava saldırısı düzenledi.

Edinilen bilgilere göre Türkiye, Katar'daki Hamas üyelerine kritik bir uyarı ulaştırdı: "Telefonlarınızı evde bırakın ve binayı hemen terk edin. Sekiz dakikanız var." Bu bilgi, hayat kurtarmakla kalmadı; modern savaşlarda üstün teknolojiye güvenin tek başına yeterli olmadığını da gösterdi.

Olayın aslı ortaya çıkınca dünya adeta dondu kaldı. İsrail'in hava saldırısında hedef alınan Hamas yöneticilerinden birinin "Yaşıyoruz, bizi Türkler kurtardı!" sözleri, sis perdesini aralayan bir şimşek gibi gündeme düştü. Bu cümle, yalnızca bir kurtuluş hikâyesi değil; uluslararası ilişkilerde yeni bir dönemin işaretiydi.

İsrail uçakları, binadaki sinyalleri izleyerek hedefi vurdu. Ancak içeride kimse yoktu. Başarıya ulaştıklarını düşünenler, aslında bir istihbarat hamlesinin kurbanı olduklarını çok geç anladılar. Böylece, "Anglo-Sakson güvenlik şemsiyesi" altında inşa edilen mutlak üstünlük algısı da sorgulanmaya başladı.

Uluslararası ilişkiler tarihinde, büyük güçlerin müttefiklerine sağladığı güvenlik garantilerinin çoğu zaman bağımlılık ilişkisine dönüştüğü bilinir. Soğuk Savaş'ta NATO'ya, Körfez Savaşı'nda ABD'ye yaslanan birçok ülke, kendi stratejik özerkliklerini kaybetmiştir.

Bugün Katar örneği bu gerçeği teyit ediyor. ABD'den trilyonlarca dolarlık Patriot Erken İkaz ve Hava Savunma Sistemleri, F-35 ve F-16 Savaş Uçakları satın alan Doha yönetimi, en kritik anda bu sistemlerden fayda göremedi. Silahı satanın aynı zamanda "tuşa basan" olduğu gerçeği bir kez daha açığa çıktı. Bağımlı savunma mimarisinin kırılganlığı, Batı Asya (Ortadoğu) 'daki tüm başkentlere açık bir uyarı niteliği taşıyor.

Bu noktada Türkiye'nin rolü dikkat çekicidir:

Osmanlı'dan miras kalan istihbarat geleneği, Cumhuriyet döneminde kurumsallaşmış, 2000'li yıllardan itibaren ise milli savunma sanayii ile desteklenmiştir. Rusya – Ukrayna arasındaki mükerrer barış arayışları ve Pakistan-Hindistan geriliminde arabuluculuk yaparak öne çıkan Ankara, şimdi de Katar'daki krizle birlikte uluslararası kamuoyunun gündemine oturdu.

Türkiye, bu süreçte sadece "askeri güç" ile değil, bağımsız istihbarat kapasitesi ve teknolojik özerklik vizyonuyla sahneye çıkmıştır. Bu tablo, Ankara'nın artık klasik diplomasi diliyle değil, uluslararası sistemin gerçeklerinde karşılığı olan "güç ve eylem diliyle" konuştuğunu göstermektedir.

Katar'daki bu hadise, uluslararası sistem açısından üç temel sonucu beraberinde getirecektir:

Teknolojiye mutlak güvenin sorgulanması: Amerikan yapımı sistemlere milyarlarca dolar yatıran ülkeler, güvenliklerini garanti altına alamadıklarını gördü. Yeni güç merkezlerinin yükselişi: Türkiye gibi kendi teknolojisini geliştiren ve stratejik özerklik iddiası taşıyan aktörler, daha görünür hale geldi. Eski hiyerarşilerin sarsılması: Batı merkezli güvenlik mimarisi, artık tek belirleyici güç değildir; çok kutupluluğa doğru evrilmektedir.

Katar'daki Hamas yöneticilerinin kurtuluş hikâyesi, sadece bir istihbarat başarısı değil; uluslararası ilişkilerde paradigmatik bir kırılma anıdır. Kumdan kaleler gibi görünen eski güvenlik ezberleri yıkılmakta, yeni güç merkezleri yükselmektedir.

Türkiye'nin bu süreçte sergilediği stratejik refleks, onu yalnızca bölgesel bir aktör değil, küresel düzlemde söz söyleyen bir ülke konumuna taşımaktadır. Dünya siyasetinin yeni dili, artık yalnızca Batı'nın kaleminden yazılmıyor.

Türkiye, bu yeni "Güvenlik ve İstihbarat Diplomasisi diliyle kimseye meydan okumuyor; fakat kendi tarihinden, coğrafyasından ve milletinden aldığı güçle, kendi yolunu çiziyor. Bu yol, karşıtlık üzerine değil; iş birliği, karşılıklı saygı ve milli menfaatlerin korunması üzerine inşa ediliyor. Türkiye'nin vizyonu, bölgesinde barışın, küresel ölçekte ise adil bir düzenin tesisi için yapıcı katkılar sunmaktır. Bu yaklaşım, milli güç unsurlarını sadece korumakla kalmaz, aynı zamanda onları insanlığın ortak geleceği için de kullanma iradesini ortaya koyar.

Eksik olan en temel hususlar, İslam Ülkelerinin Emperyal devletlerin yörüngesinden çıkma yönündeki niyeti ve cesaretini gösterememeleridir. Özellikle zengin İslam Ülkelerinin bu konudaki vebali çok büyüktür. İnsafsız Müstevliye kul köle olmak, canavarın iştahını daha da kabartacağı gibi bir etki yapacağının hala farkında olamamaları en büyük gaflettir. Başta Siyonizm olmak üzere, onunla bir ve beraber hareket eden bozuk Hristiyanlığın katliamalarsa varan kanlı işgalleri; kuduz köpeklerle mücadele etmek yerine onların önünden korku ve panikle kaçanların sonunda onlara yem olmaları ile sonuçlanmasına benzer. Oysaki, önlerinden kaçmak yerine, etrafta taş – sopa ne varsa bulup, kuduz köpeklerle mücadele ile karşı koysalar, asla o kadar zarar görmeyecekleri gerçeğinde olduğu gibi; aynen öyle de, İslam Dünyası kendi aralarında güç birliği yapmada ne kadar gecikirse, o kadar fazla bedel ödeyecektir.

"Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Savaş atları yetiştirin ki bu hazırlıkla Allah'ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve onların ötesinde sizin bilemeyip de ancak Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutup yıldırasınız. Allah yolunda her ne harcarsanız, onun karşılığı size eksiksiz ödenir, size asla haksızlık yapılmaz."