Uluslararası ilişkiler uzmanı olmayan sade bir vatandaş olarak hafta boyunca ülkemizde ve dünyada yaşanılan olayları ve özelliklede BM de konuşulanları izlediğimde taban tabana zıt görüşlerin havada çarpıştığını görmek beni ziyadesiyle üzdü.
Gazze'de insan kıyımı tüm hızı ile devem ederken bende Filistin devletini tanıyorum yarışına giren timsah gözyaşlı batılı ülke liderlerinin suya sabuna dokunmaz çıkışları devam ederken başlayan BM toplantısında yapılan konuşmalardan kimin ne mal olduğu ve ne demek istedikleri de aşikâr oldu. Kimi havanda su dövdü, kimi suya sabuna bile dokunma cesareti gösteremedi. Sarı gâvur bile kendini övmekten ve BM'yi de yerin dibine batırmaktan başka bir söz söylemedi.
Tüm bu olup bitenlere karşı kör ve sağır olanların diline doladığı birkaç kelime var.İncirlik üssü, S-400, boing pazarlığı ve meşruiyet. Bir cümle içerisinde geçen "meşruiyet "ile ilgili sözün sahibinin açıklamalarının hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Adam ne demek istediğini açıklıyor açıklamasına da bizdekilerin amacı üzüm yemek asla değil.
Dövmeye çalıştığınız bağcıyı dövemeyeceğinizi anlamak için daha ne kadar ekmek yemelisiniz
Soru bu. BM toplantısını canlı olarak izleyen milyonlarca insan cumhurbaşkanımızı anladı ve alkış tufanına tuttu. Muhalif medya organları bile bu sefer hakkını teslim ederek manşetlerden verdi konuşmasını. Bizdeki muhalif kanalları özellikle takip ettim. Kem küm den başka üç beş kelime. Yok incirlik üssü, yok 300 uçak alımı rüşveti karşılığı randevu gibi ipe sapa gelmez ham hayal işkembeden çıktığı belli üfürükler..
Cumhurbaşkanımızın kürsüye çıkıp her şeyi ayan beyan ortaya döktükten sonra liderlerin gözlerinin içine bakarak daha ne bekliyorsunuz sorusu karşısında başlar öne eğilirken kopan alkış tufanını bir umut olarak gördüm. Halkı Müslüman olan devlet başkanları ile bir araya gelerek çare ve çözüm için ülkemizin tezlerinin konuşulduğu toplantıdan hayırlı sonuçlar çıkacağını umuyorum.
İki yıla yaklaşan soykırımda acımasızca katledilen masum sivil halkın akıtılan kanını durdurmak için söylem olarak dahi ağzını açmayan ya da açamayan batılı ülke liderlerinin birkaçı hariç diğerlerinin timsah gözyaşlarının samimiyetten ve insaniyetten çok uzak olduğunu görmemek için ya kör ya sağır ya da aklın yapay zekâ ile dumura uğratılmış olması gerekir. Medya soysuzlarının kirleterek yalan dolan arenasına çevirdiği sosyal medya mecralarında aklıselimini kaybetmemiş hesaplardan yapılan paylaşımlardan da anlaşılıyor ki, hiçbir kötülüğün üstünü örtmek mümkün değil.
Ne epstrin, ne kapalı kapılar arkasında yapılan pazarlıklar ne de zevahiri kurtarma adına atılan hain ve alçakça adımlar hepsi yeri ve zamanı geldiğinde sahibini rezil etmek için pusuda bekliyor. Netanyahu kâfirinin açık ve gizli tehditlerinin hatta pervasızca yaptığı açıklamaların satır aralarından anlıyoruz ki, kimini para ile kimini şantaj montaj ile kimini de makam mevki ile etkisiz eleman haline getirmiş.
Bu güruha sarı gâvuru, ABD senatosunu ve hatta anlı şanlı(!) yayın kuruluşlarını dâhil etmek mümkün. Ortadoğu'nun sınırları cetvelle çizili irili ufaklı halkı Müslüman devletçiklerinin başkanlarına yakın geçmişte "oturun oturduğunuz yerde " diyerek tehdit etme cüretini kendinde bulan Netanyahu kâfiri, bugüne kadar devletimizi tehdit etme cüretinde bulunamadı. Son günlerde cami duvarına yaklaşan köpek gibi davransa da daha ilerisine cesareti şimdilik yok.
Şimdilik diyorum.
Çünkü 1998 yılında merhum başbakan Mesut Yılmaz ile bir diyaloğundan günümüze atıf yaparak cumhurbaşkanımızı hedef tahtasına koymaya çalışmasını manidar buldum. Bu hatırlatmanın Katar saldırısından hemen sonra gündeme getirilmesinin de bir anlamı var. Katar'da peydahladığı tezgâh hiçbir teamülle bağdaşmazdı ama insan kasabı kahpe bunu da yaptı. Katar'ın güvencesi altındaki Hamas barış heyetine alçakça kalleşçe saldırdı.