Netanyahu'nun Kasım 2025'te Suriye'nin güneyindeki "tampon bölge"ye yaptığı ziyaret, bir fotoğraf karesinden çok daha fazlasıydı; bu hamle doğrudan bir niyet beyanı niteliği taşıyor. Gazze'de sivillere yönelik yıkıcı saldırıların ardından, Lübnan'daki bir mülteci kampının bombalanmasıyla birlikte okunan bu ziyaret, İsrail'in bölgesel politikasının yalnızca savunma refleksi değil, baskıyı genişletme stratejisi olduğunu gösteriyor. Tel Aviv bunu "güvenlik" olarak tanımlasa da sahadaki fiili durum, egemenlikleri yok sayan ve kırılgan dokuları daha da yıpratan bir jeopolitik tasarımın belirtilerini taşıyor.
Bu yeni saldırgan yönelim, Suriye'nin uzun süredir içinde bulunduğu yapısal kırılganlıkla birleştiğinde daha kasvetli bir tablo ortaya çıkarıyor. Zira Suriye, siyasi geçişin sancılı sürecinde zaten bir süredir "askıda devlet" görünümü veriyor:
Hukuki ve sembolik olarak varlığını koruyan bir devlet; fakat zemini, kurumları ve egemenlik alanı parçalanmış, içi boşaltılmış, dış aktörlerin müdahalesine fazlasıyla açık. Böyle bir zemin, Netanyahu'nun ziyaretini yalnızca bölgesel bir mesaj değil, boşluklardan beslenen bir müdahale fırsatına dönüştürüyor.
Güneyde Dürzi toplumu içindeki rahatsızlıklar ve Hikmet el-Hicri'nin yükselen çıkışları, bu boşlukların toplumsal düzeyde de harekete geçtiğini gösteriyor. Siyasetin boşlukta asılı kaldığı anlarda ortaya çıkan "alternatif düzen" arayışları yeniden görünür hale geliyor. İsrail'in sıkılaştırdığı kontrol politikaları, sahayı yalnızca güvenlik ekseninde değil, psikolojik üstünlük ekseninde de yeniden şekillendiriyor.
Kuzeyde ise SDG–YPG hattında bambaşka bir denklem oluşuyor. Mazlum Abdi–Barzani temasları, bu yapının uluslararası ve bölgesel alanda yeni bir nefes alanı aradığını gösteriyor. Ancak hukuki ve siyasi güvencelerin zayıflığı nedeniyle her ittifak, bir sonraki kırılmanın habercisi niteliğinde. Suriye haritasındaki çatlaklar bu nedenle derinleşerek ilerliyor.
Bu tablo içinde Türkiye'yi dışarıda bırakmak, resmi eksik okumak olur. Ankara, kuzeyde güvenlik hattını sağlamlaştırma kararlılığını sürdürürken, güneyde işgali normalleştirmeye dönük her dili geri itmeye çalışıyor. Türkiye'nin "toprak bütünlüğü" vurgusu yalnızca diplomatik bir söylem değil; saha stratejisinin temel direği. SDG dosyasındaki her hareketlilik Ankara'nın güvenlik mimarisine doğrudan temas ediyor. Bu nedenle Türkiye'nin dili temkinli olsa da amacı net: Suriye'nin bölünmesini önlemektir.
Rusya'nın güneyde devriyeleri yeniden konuşlandırma fikri, Moskova'nın bölgedeki "arabulucu güç" imajını canlandırma girişimi olarak okunabilir. Ancak devriyeler ateşi bir süreliğine düşürse bile, ateşin kaynağı olan siyasi çözümsüzlük ortadan kalkmadıkça bu müdahaleler geçici bir pansuman işlevi görmekten öteye gidemez.
Çin'in düşük profilli fakat istikrarlı ekonomik açılımları ise Şam'a nefes aldıran uzun vadeli bir damar oluşturuyor. Pekin'in altyapı ve enerji odaklı girişimleri yalnızca ekonomik bir destek değil, rejim açısından aynı zamanda diplomatik bir güvenlik kuşağı sunuyor.

20