Ortadoğu, görünürde sessiz ama derinden kaynayan bir kazan gibi. Suriye'nin güneyinden kuzeyine uzanan hatta yeni bir denklemin doğduğu açıkça görülüyor. Dürziler, Aleviler ve SDG unsurları arasında şekillenen ittifak arayışları, bazı dış aktörlerin müdahalesiyle yeni bir yön kazanıyor. Bu tablonun merkezinde ise dikkat çekici biçimde İsrail yer alıyor. Gazze'deki katliam ve soykırım sonrası İsrail'in bölgedeki tüm terörün kaynağı olduğu gerçeği artık daha görünür hale geldi.
Bazı çevreler, Türkiye'nin içeride PKK'ya karşı yürüttüğü kararlı mücadelenin, dışarıda YPG'ye yönelik sessiz bir uzlaşıyla sürdürüldüğünü iddia ediyor. Ancak bu iddialar, hem tarihi hem stratejik açıdan temelsizdir. Türkiye, terörün kaynağını sınırın hangi tarafında olursa olsun bertaraf etmeyi hedeflemektedir. Bu yaklaşım, yalnızca güvenlik politikası değil, aynı zamanda bölgedeki yeni ittifakların oluşturduğu jeopolitik riskleri de dikkate alan çok katmanlı bir stratejinin parçasıdır.
Nitekim Türkiye, daha önce de PKK'nın Suriye'deki uzantısı YPG'ye karşı sınır ötesi operasyonlar yürüttü. Fırat Kalkanı Harekâtı ile DEAŞ temizlenirken, YPG'nin batıya ilerlemesi engellendi. Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarıyla bu strateji sürdürüldü. Münbiç çevresinde devriyelerle aktif rol alınırken, Tel Rıfat civarında Türkiye destekli grupların operasyonlarıyla YPG güçleri etkisiz hâle getirildi. Bu operasyonlar, Türkiye'nin yalnızca kendi güvenliğini sağlamakla kalmadığını, aynı zamanda bölgedeki yeni ittifakların oluşturduğu tehditleri de bertaraf etmeye çalıştığını göstermektedir.
Bugün Suriye'de bir "azınlıklar kuşağı" oluşturuluyor: Dürzi-Alevi bölgeleri ile SDG'nin kontrolündeki alanlar birleştirilirse, Akdeniz'den Fırat'a kadar uzanan bir hat ortaya çıkıyor. Bu hattın İsrail ile örtülü bağlantıları, yalnızca taktik değil, jeopolitik bir projeye işaret ediyor. Eğer bu yapı kalıcı hâle gelirse, İsrail fiilen Türkiye sınırına yaklaşacak veya en azından Fırat havzasına dayanacaktır. Böylece "Fırat'tan Nil'e" söylemi, bir mit değil, bir stratejiye dönüşebilir. Bu durumda hedef artık sadece Suriye değil, Türkiye'nin kendisi olur. Çünkü güçlü, bağımsız ve savunma sanayiinde ilerleyen bir Türkiye, bölgedeki mevcut düzen için en büyük tehdit olarak görülmektedir.
Bu bağlamda, Dürzi lider Şeyh Hikmet el-Hicri'nin Süveyda'da özerklik ve bağımsız devlet çağrısı dikkatle değerlendirilmelidir. El-Hicri'nin "bizi koruyacak özel bir bölge kurulsun" talebi ve Kürt güçleriyle yardım koridoru önerisi, İsrail destekli "Davut Koridoru" planını yeniden gündeme taşımıştır. Bu çağrı, yalnızca iç politik bir refleks değil, bölgesel dizaynın parçası olan bir jeopolitik hamledir.

3