"Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin ve hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden meydana gelmiştir ve bu iki unsur bütün çıkarlarını ve geleceklerini birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki bu, ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olamaz." Atatürk, Kürt sorununu, çok açık olarak bu sözlerle yanıtlamış oluyordu.
Meclis'te kurulan "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu"na siyasi partiler raporlarını verdiler. Raporlar birbirleriyle çelişkili görüşler içeriyor. DEM Parti'nin raporu adeta tarihi altüst edercesine yazılmış. DEM sözcüleri, 1921 Anayasası'nda özerklik olduğunu her fırsatta ileri sürüyorlar.
Bu yazımızda 1921 Anayasası'nın temel nitelikleri, Atatürk'ün "Kürt sorunu" ve "özerklik" ile ilgili görüşleri üzerinde duracağız.
23 Nisan 1920'de Ankara'da kurulan Meclis, Kuvayı Milliye'yi güçlendirmek ve bağımsızlık savaşını yürütmek amacıyla toplanmıştı. TBMM, yalnızca yasama yetkisini kullanan basit bir parlamento değildir. Kuvvetler birliği ilkesine dayalıdır ve bütün yetkiler Meclis'te toplanmıştır. (Soysal, s.27.) Meclis, "milli egemenlik" ve "Meclis'in üstünlüğü ilkesi"ni kabul etmiştir.
TBMM'nin açılışından 9 ay sonra, 20 Ocak 1921'de "Teşkilatı Esasiye Kanunu" adını taşıyan bir anayasa kabul edildi. Osmanlı Devleti'nin 1876 yılında kabul edilen, "Kanuni Esasi" adını taşıyan anayasası yürürlükteydi ve 1924 yılına kadar yürürlüğü sürdü.
23 Nisan 1920'de toplanan Meclis, olağanüstü yetkilere sahip bir Meclis'ti. 1921 Anayasası ise bir anayasadan ziyade olağanüstü gelişmelerin yaşandığı bir dönemin gereksinimlerine yanıt vermek için hazırlanmıştı. Gerçek bir anayasa sistematiğinden yoksundu. Ayrıca, "kişi hak ve özgürlükleri" ile "yargılanma" gibi temel anayasa konuları düzenlenmemişti.
TEMEL NİTELİKLEROsmanlı Devleti, İstanbul'da yaşıyor. Kanuni Esasi yürürlüktedir. 1921 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun 3. maddesi "Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur" diyor. Bu madde, konuyu temel olarak açıklamaya yeterlidir.
Osmanlı İmparatorluğu yaşarken Ankara'da yeni bir devletten, "Türkiye Devleti"nden söz edilmektedir. Bu bir ihtilal anayasasıdır. Aynı topraklarda bir başka devletin kurulduğunu ilan etmektedir. Zaten Osmanlı Devleti de bağımsızlık savaşının zafere ulaşmasından sonra, 29 Ekim 1923'te son bulmuştur.
1921 Anayasası 24 maddeden ibarettir ve olağanüstü yetkilere sahip olan Meclis'in Milli Mücadele'yi yönetmesi için maddeler içermektedir.
TÜRKİYE DEVLETİTeşkilatı Esasiye Kanunu'nun 3. maddesinde devlet tanımlanırken "Türk Devleti" yerine "Türkiye Devleti" denilmesi önemlidir.
Kuvayı Milliyeciler, aslında "milliyetçi" idiler. Erzurum ve Sivas kongrelerinin belgeleri "İslam unsurları", "İslam ekseriyeti", "öz kardeşlik" gibi kavramları vurgulamıştır. Ancak yönetim ilkelerini gösteren Teşkilatı Esasiye'nin 3. maddesi etnik kökenleri, dili ve kültürü ne olursa olsun Misakı Milli sınırları içinde yaşayanları kucaklamış ve "Türkiye Devleti" deyimini kullanmıştır.
EGEMENLİK HALKINDIRTeşkilatı Esasiye Kanunu'nun en önemli unsuru "halkın egemenliği" konusudur ve "egemenlik hakkının kayıtsız şartsız millete ait olduğu" ilan edilmiştir. Aslında, bu madde padişahlık ve Osmanlı saltanatının reddedildiğini gösteren bir belgedir. 1921 Anayasası'nın kurduğu model, anayasa hukukunda "meclis hükümeti sistemi" olarak tanımlanır.
Teşkilatı Esasiye, "vilayet ve nahiye şûraları"nı öngörmektedir. Kanunun 10-21. maddeleri "idare", "vilayet", "kaza" ve "nahiye"ler başlıklarını taşımaktadır. Bunların içinde en önemli "nahiye" birincidir ve 5. maddede (md.16-21) düzenlenmiştir.
Nahiyenin "özerk" olduğu bir şûrası, bir idare heyeti ve bir müdürü olduğu (md.16-17); nahiye şûrasının, nahiye halkı tarafından seçileceği (md.18) belirtilmiştir.
Bu madde, o tarihte TBMM ile çok yakın ilişkiler içinde olunan Sovyet Rusya'dan esinlenerek Kanuni Esasi'ye alınmıştır. Prof. Dr. Bülent Tanör bunların yerel demokrasi kurumları olduğunu ancak bu özerkliğin idari alanla sınırlı olduğu, "halkın mukadderatı"nı ilgilendiren bir siyasal yönü olmadığını belirtmektedir. (Tanör, s.257)
Ayrıca "nahiye şûraları" maddesinin hiçbir zaman uygulama alanı bulmadığını belirtmiştir. (Tanör, s.261)
Ek olarak 1924 Anayasası'nda bu hükümlere yer verilmemiştir.
Anayasal metinde nahiyeler için özerklik tanınmış olmakla birlikte bu özerklik idari alanla sınırlıdır ve "halkın mukadderatını" ilgilendiren bir yönü yoktur.
FEODAL DEVLET REDDEDİLİYOR"İdare" başlığını taşıyan tek maddelik bölümde, Türkiye'nin coğrafi durumu ve ekonomik ilişkileri açısından vilayetlere, vilayetlerin kazalara (ilçe) bölündüğü, kazaların da nahiyelerden (bucak) oluştuğu belirtilmiştir. (md. 10) Burada ülkenin adı olarak "Memaliki Osmaniye" (KE, md. 22) terimi yerine, ulusal yurt ve anavatan anlamına gelen "Türkiye" sözcüğünün kullanılmış olması son derece anlamlıdır. Teşkilatı Esasiye zaten yeni bir devlet kurulduğunu ilan etmiş ve bunun adını "Türkiye Devleti" koymuştu. Şimdi de ülkenin topraklarını Misakı Milli'ye özgü ulusallık anlayışına uygun olarak belirlemekte ve "Türkiye" olarak adlandırmaktadır.
Devlet ve ülke adlarındaki anlamsal ve terimsel değişme, yeni devlet ve ülke kavrayışına da işaret etmektedir. Burada önemli olan, "çokuluslu feodal imparatorluk ve toprakları" anlayışından "ulusal devlet", "ulusal yurt" ya da "anavatan" anlayışına geçiş, konunun temel özüdür. Bu süreç, ulus devletin de doğumunu haber vermektedir.
Prof. Tanör'ün belirttiği gibi, bu değişim "yeni bir devlet ve ülke kavrayışına işaret etmektedir".
Erzurum ve Sivas kongreleri uluslaşmanın temel basamaklarıdır. 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra Kars'ta, Kafkaslar'da, Trakya'da, Batı Anadolu'da şûra hükümetleri kurulması yönünde hareketler görülür. Prof. Tanör bu sürece "Kongre İktidarları" adını vermiştir.
Ancak Atatürk'ün önderliğinde kurtuluş için başarı şansı ve olanağı olan tek modelin, siyasal model olan TBMM modelinde olduğu anlaşıldı ve kabul edildi. 1921 Anayasası'na amacının dışında görevler yüklemek Milli Mücadele tarihini altüst etmektir.
ATATÜRK VE KÜRTLERE ÖZERKLİK9 Eylül 1922 Milli Mücadele'nin zafere ulaştığı tarihtir. Bu tarihten 52 gün sonra 1 Kasım 1922'de padişahlık tarihin derinliklerine gönderildi.
İstanbul basını Milli Mücadele'nin başından beri, Kuvayı Milliye'yi tutanlar-tutmayanlar olarak ikiye ayrılmıştı. 1 Kasım 1922'de padişahlığın kaldırılışından sonra, halifeliğin de kaldırılacağını anlayan karşıcılar tam anlamıyla Ankara'ya muhalefet etmeye başladılar.
Bu süreçte Atatürk, İstanbul basını ile geniş bir toplantı yapmaya karar verdi. 16 Ocak gecesi, tarihe "İzmit Basın Toplantısı" olarak geçen toplantı yapıldı. Bu toplantıya Halide Edip Adıvar, Adnan Adıvar, Vakit Gazetesi Başyazarı Ahmet Emin Yalman, Tevhidi Efkâr Gazetesi Başyazarı Velid Ebüzziya ve gazeteciler Suphi Nuri İleri, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı Atay, İsmail Müştak ve Kılıçzade Hakkı Bey katıldılar.
Saat 21.30'da başlayan toplantı, bütün gece sürdü ve sabaha karşı bitti. Mustafa Kemal, gazetecilere her türlü soruyu sorabileceklerini belirtti.

4