Krize başyargıçlık çözümü getirilmesin de

Kuvvetler ayrılığı bize yaramadı, en iyisi kuvvetleri birleştirmek, demek için mükemmel zaman.

Yargıtay'ın, Meclis'e ve Anayasa Mahkemesine çıkışan bir kararı, şartları olgunlaştırmaya yetti.

Anayasa'da açıkça 'bağlayıcıdır, kesindir, herkes uymak zorundadır' yazıyor. Ama Anayasa'nın açık emrine rağmen hem Anayasa Mahkemesi kararına uymuyor hem de Anayasa Mahkemesini, Anayasa'yı çiğnemekle suçluyorlar. Hangi mahkemeye uyacağı konusunda Meclis'i uyarmayı da ihmal etmiyorlar.

Yasama, yürütme ve yargı erkleri; birbirini dengelemesin, denetlemesin istiyorsanız sahne, sizin için kuruluyordur. Kürsüye çağrıldığınız an, bu andır.

Hazırda bekleyen tavşanınız da varsa şapkadan tavşan çıkarma çağrısını kaçırır mıydınız!

Sistem krizleri, tam da istediğiniz çözümleri topluma kabul ettirmek için bulunmaz fırsatlar sunar.

2007'de, Meclis'teki Cumhurbaşkanı seçiminde toplantı yeter sayısı olarak 367 şartı icat edilmişti. Önceden aranmayan bir şarttı. Amaç, Abdullah Gül'ü seçtirmemekti. Sistemi kilitledi.

Gül, zor belâ Meclis'te seçilen son Cumhurbaşkanı oldu.

Sistem bir daha böyle krizlere sokulamasın, diye tıkanıklığı aşacak bir formül hemen bulundu: Halka seçtirmek!

Oradan buraya işte böyle geldik. Seçimle gelenler üstünde yargı vesayetine, siyasete antidemokratik müdahale ve engellemelere karşı milletin hakemliğine başvura vura...

Ne zaman bir yetki kargaşası çıksa, bir sistem krizi patlasa AK Parti ve Erdoğan, milli iradeyi adres gösterdi. Ve atanmışların bürokratik oligarşisine, yargıçların jüristokrasi heveslerine, askerlerin vesayetine karşı birlikte mücadeleye milleti davet ettiler.

Kimse seçilmişlere parmak sallayamaz, Meclis'in yetkisini gaspedemez, milletten almadığı bir hak ve yetkiyi kullanamaz, hele hele çizmeyi aşıp milli iradeye ipotek koymaya yahut ayar vermeye kalkışamazdı. Kalkışana, sandıkta dersi verilir; yeri de haddi de evelallah bildirilirdi.

Dil, tanıdık gelmiştir. Yargıtay 3. Ceza Dairesinin kararına şimdi muhalefet, bu dille tepki veriyor.

DEĞİŞEN ROLLER: VESAYETE KARŞI DEMOKRASİYİ KİM SAVUNUYOR

CHP ve Özgür Özel başta, dünden beri muhalefetin dediği ne varsa eskiden AK Parti ve Erdoğan söylerdi.

Üstünlerin hukukuna karşı hukukun üstünlüğünü; güçlünün haklı olduğu düzenden haklının güçlü olduğu düzene geçmeyi; Anayasal düzene karşı açık veya örtülü darbe girişimlerini bastırmayı; Can Atalay gibi seçilmişleri, atanmışların elinde oyuncak yapmamayı artık muhalefet savunuyor.

AYM kararını yok saymanın Anayasa'ya başkaldırı olduğunu, AK Parti ve devlet yetkililerinden duymuyoruz. Aksine, şunu sorduran Cumhurbaşkanlığı danışmanlarının seslerini duyuyoruz:

Milletin iktidara oy vermeyen yarısından sonra, hükmünü beğenmediği Anayasa Mahkemesinin de milli olmadığına karar verme hak ve yetkisini kim kendisinde görebilir Hangi dış güç, onlardan daha çok ülkeye zarar verebilir

Milli yargıdan yanayız, safsatalarıyla AYM'ye karşı Yargıtay'a arka çıkan; CeHaPe zihniyeti değil.

Oysa 2010 referandumuyla bireysel başvuru hakkını getiren, AYM'ye o yetkiyi veren reformu AK Parti ve Erdoğan yapmıştı. Meclis'ten geçmiş, milli iradeden onay almıştı.

Milletten almadıği yetkiyi kim kullanıyor bu durumda

MUHALEFETİ KORKUTAN SENARYO: TEK BAŞLILIĞA BAŞYARGIÇLIK YETKİSİ

Can Atalay'ın haklarının ihlal edildiğine oy çokluğuyla karar verdiler.