Toplulaşma- Farklılaşma- Fertleşme

Grupların iç veya gruplar arası dinamizmasında rol oynayan toplulaşma, farklılaşma ve fertleşme eğilimleri insan zihninin evrende yakaladığı üç temel prensiple uyuşmaktadır. İnsan zihnine ayniyet, benzerlik ve hürriyet olarak yansıyan bu prensipler bütün hayat ve faaliyetlerimizi kuşatacak ve kucaklayacak niteliktedir.

İlim, sanat ve din, çeşitli akımların ve bağlı kişi ve yığınların idrakinde ve elinde bazen, tekamülcü, bazen inkılapçı bir karakterde gözükmüşlerdir. Biz, şiddetle iddia ediyoruz ki, bugüne kadar inanıla gelenin aksine olarak, ilim daha çok tutucu ve bağlayıcı, sanat hürriyete doğru akışı temin edici, din insan vicdanındaki ve kafasındaki realitesi ile tamamen ferdi mesuliyete bağlı ve hiç kimsenin nüfuz edemeyeceği kadar ferdin iç dünyasına ve idrakine göre biçimlenen hür bir değerler manzumesi olarak gözükmektedir. Yani, insanlar, ilimde ortak değerlere, kanunlara bağlanırken, sanatta farklı üslup, görüş ve duyuşlara, dinde ise tatmin olmuş hür bir vicdana sahip olmak isterler. Siz, anarşistlerin ilim maskesi takınmasına, kopyacıların sanatkar geçinmesine, ruhbanların din adına vicdanları esir almasına aldırmayınız. İlim, objeler alemini dizginleyen kanunları tespit edip insana tevdi etme çabası ise, sanat insanın kendi orijinal dünyasını araması, din ise insan vicdan ve idrakini somut ve itibari varlık tezahürlerinin köleliğinden kurtarıp Mutlak Varlık olan Allah'a teslim edip itminana (İnanma- Güvenme) ulaştırması demektir.

Tarih boyuncu toplum-fert ikilisine rastlıyoruz. Toplumlar daima, ferdi kendine boyun bükmeye davet etmişlerdir. Daha doğar doğmaz ferdi toplumun maddi ve manevi değerleri ile bağlayıp köleleştirmek istemişlerdir. Toplumlar insanın ilim, sanat ve din ihtiyacını hep ferdin aleyhine istismar etmek istemiş ve bunda başarı da sağlamışlardır. İlim, ferdi topluma bağlayan kanun ve prensipler elde etmeye çalışırken, sanat, ferdi toplumun dili ve eli haline sokmak istemiştir. Toplumla, din adına toplumları temsil eden mabutlar (Tanrı) uydurarak ferdi ona tapınmaya zorlamışlardır.

Dün, insanların elinde kuvvetli ve bağlayıcı ilmi veriler ve kanunlar olmadığı için, toplumla, insanı din ile baskı altına almak istiyorlardı. Din, tabiatı itibari ile hür bir değer olduğu için toplumlar bu değeri fazla istismar edemediler.

Peygamberler, bilhassa Hazret-i Muhammed, insanları toplumları temsil eden mabutların pençesinden kurtardılar, insanın Mutlak Varlık olan Allah'tan başkasına rüku ve secde etmesini yasakladılar. Böylece toplumların yonttuğu Tanrılar yıkılıp gittiler. Daha sonra, toplumlar, insanı zincire vurmak için daha kuvvetli kayıtları akıldan ve felsefelerden imal etmeye çalıştılar. Bugün ise, toplumların bu konudaki silahı artık "müsbet ilimdir''. İnsanların vicdanlarına ve gönüllerine hakim olamayan toplumlar, önce insanın beynini ele geçirmeye, sonra da bedenine hakim olmaya çalışıyorlar.

Ayniyet prensibi, ilimden çok yararlanmaktadır. İlim ise, tecrübelerden ''yeni dogmalar'' çıkarır ve herkesi bunlara inanmaya zorlar. İnsan gerçeği objelerden, maddeden öğrenecektir, der. İnsanın sübjektif yapısı ve kişiliği eşyaya aykırı düşerse insan kendini eşyaya göre tashih edecektir. Görüldüğü gibi, ilim, bugünün ve yarının gruplarında kişiliği, sübjektifliği ve orijinalliği tehdit eden tehlikeli bir unsur olmak istidadındadır. "Müsbet ilim'' bugünün ve yarının toplumcu, tutucu ve muhafazakar akımlarına dayanarak olabilir. Çağımızda "müsbet ilmin'' kesin ve itiraz edilemez "genellemeleri'' karşısında, kişiler ve gruplar boyunlarında çetin bir esaret zinciri hissedeceklerdir. İlmin, kişilik tanımayan karakteri yanında bir de maddi bir yumruğu vardır: Teknoloji. Yüzyılımızın insanını bu sindirici yumruk köleleştirmeye çalışmaktadır. "Müsbet ilim ve onun demir yumruğu olan teknoloji'' günümüzün insanını bütün yönleri ile değişmez ve kırılmaz kalıplar içine almak istemektedir. Öyle anlaşılıyor ki, "ilmin ve teknolojinin'' insanlığa teklif edeceği "muhafazakarlık'', bugüne kadar gelenlerin en serti ve çetini olacaktır. Günümüzün insanı haklı olarak, "makineleşmekten'' korkmaktadır. Kendini, "cemiyetin katı geleneklerinin ve kuvvetli baskısının boyunduruğundan'' kurtarmaya çalışan insan, eşyanın ve eşyaya bağlı kanunların cenderesine girmek üzeredir. Çağımızın insanını, bilerek veya bilmeyerek materyalizmin kucağına itemeyiz ve insan, bu gidişe nasıl mukavemet edeceğini kestirememektedir. İnsan, muhtaç olduğu ve kendini diriltecek bir inkılabı bekliyor. Materyalistin, gelecek için çizdiği program insanı mutlu kılacağa benzemiyor. Motor ve makine gürültüleri içinde, belki de insanların tüplerde üretileceği günlerin hayali hoşuna gitmiyor; belki tok, belki müreffeh ve fakat kendi üzerine katlanamayan, kendi sübjektif rengine göre bir dünya kuramayan, kısacası, kendini yitirmiş bir insan olmak istemiyor. Dün insan "cemiyetine'' kölelik ediyor, "cemiyetin yonttuğu'' tanrılara tapınmaya zorlanıyordu. Bugün ise, insan objeler arası ilişkiler içinde hapsedilerek köleleştirilmek isteniyor. İnsan, kendini kurtaracak ve yeniden diriltecek bir inkılaba muhtaçtır. İnsanı, bu tehlikeden ne spiritüalistlerin "evrensel ruhu'', ne bazı sosyologların sözünü ettikleri "kolektif ruh'', ne havralara hakim ve Yahudi cemaatinin manevi ruhu durumunda düşünülen ''Yehova'', ne kilisenin yüce bir peygamberi putlaştırma çabaları, ne de Budistlerin Nirvana'sı kurtarabilir. İnsanı "cemiyetlerin'' köleliğinden, "fertlerin'' istibdadından, objektif ve sübjektif putların boyunduruğundan, objenin baskısından kurtarıp bir ezeli ebedi, hiçbir suretle tükenmeyen, sınırlanmayan Mutlak Varlığa, yani objektif ve sübjektif Tanrılardan kurtulup Mutlak ve gerçek Gerçek Tanrı olan Allah'a ulaşmadıkça veya döndürmedikçe mutlu kılmak mümkün gözükmemektedir. İnsanlık, ilk peygamberden, son peygambere kadar dilden dile dolaşarak gelen ve günümüze kadar ulaşan "Allah'tan başka Tanrı yoktur'' sözüne kulaklarını yeniden ve tam bir samimiyet ve teslimiyetle açmalıdır. İnsanlığın muhtaç olduğu inkılabın sırrı bu cümlededir.

İnsanlar, duyumları ile düşünmeye başladıkları için tecrübeye çok değer vermişlerdir. Bu eğilim dünün insanında da aynen mevcut idi. Peygamberlerinden mucize isterken insanoğlu, teslim olmak için tecrübeye ihtiyaç duyduğunu açık veya kapalı bir şekilde ifade ediyor idi. Halbuki, durum, insan idraki için ilk basamak idi ve peygamberler, insan idrakinin Allah'a en yakın duran zirvesini temsil ediyorlar idi. Duyum ve tecrübe düşünmenin ilk adımı idi ve asla son noktası değildi. Duyum, madde ve eşyaya bağlı idi ve fakat peygamber idraki Mutlak Var'dan "sesler'' getiriyordu.

İlmin ve teknolojinin zaferleri ile şimdilik sarhoş ve şaşkın, biraz da tedirgin bulunan insanoğlu, kendini "ilim ve teknolojinin demir yumruğuna'' teslim edecek midir İnsanoğlu, bilmem bu tehdidin farkında mıdır Bundan sonra, bizi cendereye sokup sürüleştirmek isteyenler "ilmi devlet'' sloganına sarılacaklardır. Bertrand Russell'dan yararlanarak "Yeni Dünya'' adlı kitabı yazan A. Huxley, soğuk bir şaka yapmaktadır. ''İlim'', insanı bir istihsal ve imal konusu yapmak, onu belirli kalıplara uydurarak ve şartlandırarak robotlaştırmak için tehlikeli bir vasıta haline getirilmek üzeredir.