İsimsiz açılımın kodları

Öcalan'ın özeleştiri yaparak PKK'ya silah bırakma çağrısı yapması iyi bir şeydir. Ancak bu iyi şey, sadece durum saptaması olarak iyidir. Arkasından neler geleceği düşünüldüğünde ise bu iyiliğin bazı kötülüklere gebe olduğunu görmeden geçemeyiz.

Öncelikle belirtelim ki Öcalan, "Tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmeli" diyerek açıkça PKK'ya çağrı yaparken, örtük olarak TSK'yı kastetmektedir. PYD'ye bir çağrısı var mı, yok mu; belli değildir. Olmadığı sonucunu Mazlum Abdi'nin çağrıyı kendi üstüne almamasından anlayabiliriz.

PKK'nın silah bırakmasına ilişkin kararını yakında vereceğini bekleyenlerdenim. Bunun iki nedeni var. Birincisi PKK stratejik önceliğini uzun zamandır Suriye'ye kaydırdı. Bu yüzden stratejik önceliğini koruyacaktır. İkincisi Öcalan'ın çağrısına kadar geçen süreçte bütün bu metin vb. düzenlemeler karşılıklı görüşerek esasa başlanmıştır. Ancak yine de içinde risk barındırmaktadır zira kararı tanımayan küçük grupların çıkması olasıdır. Irak'ın kuzeyinde PKK'nın kararı öncesinde ve sonrasında örgüt içinde hesaplaşmalar yaşanmasına tanıklık edebiliriz.

Meselenin özü Suriye ile ilgilidir.

Devlet Bahçeli'nin yola çıkış maksadının Suriye'de ortaya çıkması olası duruma (Bahçeli'nin açıklaması Ekim 2025, HTŞ'nin iktidarı ele geçirişi Aralık 2025) çare olarak yaptığı önerinin tam olarak amacı sağlamayacağı anlamını çıkarmak yanlış olmaz.

Çağrı metni bir yana, Sırrı Süreyya Önder'in metin dışı olarak paylaştığı Öcalan'ın, "Demokratik siyaset ve hukuki boyut tanınmalı" notu, heybedeki büyük turpa işaret ediyor.

Bu not, "yasal düzenlemeler için sıra sizde" hatırlatmasıdır.

Onlar neler olabilir Elbette anayasa değişikliklerini ya da yeni anayasa yapımını içeriyor Affı içeriyor. Yeni kimlik tanımını içeriyor. Ana dil olarak Kürtçeye yasallık kazandırılmasını içeriyor

Nitekim Binali Yıldırım'ın yeni anayasaya ilişkin yaptığı konuşmada, "vatandaşlık tanımında güncelleme yapılabileceği" vurgusu, AKP'nin konuya yaklaşımına ışık tutmaktadır. Yıldırım'ın bu açıklamasında "Türk" tanımını etnik kökenden ibaret olarak gören yaklaşımı, tarihi bilgi ve birikimden yoksunluğuna işaret ediyor. 1924 Anayasasının vatandaşlık tanımında, "Ahali ırk ve din ayrımı gözetilmeksizin vatandaşlık bağı itibariyle Türk kabul edilir" yazmaktadır. Türk bir etnik köken değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak kimliğidir. Etnik kimlik olan Türk değil, olsa olsa Türkmen'dir. Nitekim Atatürk, "Türkiye cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir" diye yazmak suretiyle hem milletin adını hem de vatandaşın ortak kimliğini net bir şekilde ortaya koymuştur. CB Erdoğan'ın nutuklarında sıkça kullandığı "Benim Türküm, benim Kürdüm, benim Lazım vb." ifadesi baştan aşağı sorunludur.

Türkiye bir ulus devlettir. Osmanlının çok etnikli kimlik yapısını içinde barındırmaktadır. Milletin adı Türk milleti, vatandaşın ismi Türk'tür. Bu, kimsenin etnik kimliğini inkâr etmek demek değildir. Dilini yok saymak demek değildir. Ancak kabul etmek gerekir ki ülke bazı dönemlerde bir ulus devlet gibi yönetilmemiş ve bundan dolayı bazı sorunlar yaşanmıştır. Bunu aşmanın yolu vatandaşlık tanımını değiştirmek değildir. Ortak kimlik olarak Türk'ü korurken arzu edenlerin kimlik kartına ait olduğu etnik grubun adı köken hanesi açılarak yazdırmaları imkânı sunulabilir. Türkçe resmi dil olmak kaydıyla anne dilleri okullarda ikincil dilseçmeli dil olarak okutulabilir. Bunun dışında her türlü yasal düzenlemeye dayalı kimlik tanımlaması ülkeyi karmaşaya sürükleyecek potansiyele sahiptir.

Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum'un süreci değerlendirmek için kullandığı, "kimlik sorunu kalmadı" ifadesi aşırı iyimser ya da sürecin yürümesini arzulayan maksatlı bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Olmasını arzu ettiğimiz şeyleri olacak şeyler olarak görmek tehlikeli bir yaklaşımdır.