Suud'daki rezillik

Kuruluş ruhunda Vahhabilik vardı. İslâm'ın en katı yorumlarından biriydi. Bir ucu Selefiliğe çıkmıştı. Vahhabiliğin de Selefiliğin de içi farklı biçimlerde dolduruluyordu. Bir boyutunda tekfircilik vardı. O boyutta nerede ise tekfirden kendini kurtaran yoktu. Tekfir kılıcı, öncelikle Müslümanları biçiyordu.

Kabristanlara savaş açılmıştı. Sahabe mezarları dahil. Medine'de, Peygamber'in arkadaşlarının defnedildiği Baki mezarlığının isimsizliğe mahkûm edilmesi, bu anlayışın uzantısı idi. Hazret-i Peygamberin kabrinin ziyareti bile bu Vahhabi gölgesini taşıyordu.

O dünyayı kadınların otomobil kullanmasının yasaklığı ile de hatırlar herkes.

İşte o dünyada bir süredir bir şeyler oluyor. Veliahd Prens Muhammed Bin Selman'ın etkisinin arttığı, hatta tek belirleyici haline geldiği bir ülke Suudi Arabistan. Onu, gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın İstanbul'da Suud konsolosluğunda hunharca katledilmesi olayında baş sorumlulardan birisi olarak biliyoruz.

İşte o Muhammed bin Selman, Suud'u modernleştirme operasyonunu sürdürüyor. Bir ara kadınlar otomobil kullanma imkanına kavuştular bu süreçte. Teknolojik anlamda önemli projelere - yatırımlara imza atıldı.

Ancak işin "modernleşme" boyutu, ülkenin başkenti Riyad'dan başlamak üzere her gün bir öncekini unutturacak boyutta sıçramalar sergilemeye yöneldi. Festivaller, çılgın gösteriler Suud gençliği zaten alttan alta bu tür savruluşlara hazırlanmaktaydı.

En son gerçekleşen hadise ise çılgınlığın sınır tanımayacağının, daha doğrusu, kutsalları harc-ı alem görsel malzeme haline getirişin göstergesi idi.

Cinayet apaçık işlendi: Riyad'da gerçekleşen bir gösteride, Kâbe, dijital görüntülerle sahne malzemesi halinde kullanıldı.

Muhammed bin Selman fütursuzdu. Cemal Kaşıkçı'yı dünyanın gözü önünde, İstanbul gibi bir yerde, kıtır kıtır kestirerek, sonra asit kuyusunda eriterek yok edebilmeyi göze almıştı.

Kâbe'ye karşı işlenen cinayet bundan daha az vahşi değildi.

Kuzey Avrupa ülkelerinde Kur'an yakanların bile aklına gelmezdi belki Kâbe'yi, böyle isterik gösterilerin yapıldığı programın malzemesine dönüştürmek

Suud'da yapıldı bu.

Harem-i şerifleri (Kabe'yi, Mescid-i Nebi'yi) bünyesinde barındıran ülkede

Deprem olmalıydı İslâm'ın Harem'i rencide edildiği için, hiçbir şey olmadı. Belli ki ses çıkarabilecekler "içeri"ye alınmıştı çoktan, "Dışardakiler" ise zaten Bin Selman iktidarına boyun eğmişlerdi.

Bizde Diyanet de bir tavır koymalı değil miydi Kâbe sadece Suudlar'ın taht-ı tasarrufunda mıydı Bizim de, bütün İslam ümmetinin de kalbini ilgilendirmiyor muydu Diyanet "Olmaz bu, kabul edilemez" diyemez miydi

Acaba orası da, Kaşıkçı dosyasının Suudlara emanet edilmesi sürecinin ortak alanında mıydı

Şükür ki, eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez Hoca, faciaya isyan niteliği taşıyan bir gayret-i diniyyeyi ortaya koyabildi.

"Kâbe, ümmetin kıblegâh ve ziyaretgâhı, İslâm'ın en büyük şiarı, en mukaddes simgesi, tevhidin ve vahdetin yegane nişanesidir. O, Mescid-i Haram'dır yani saygın ve dokunulmazdır."

"İslam'ın hiçbir değeriyle bağdaşmayan bir eğlence festivalinde, Kâbe silüetinin tahkir edici basit bir sahne dekoru olarak kullanılması ve bunun birkaç kez tekrarlanması, bütün müminleri derinden yaralamıştır. Müslümanların en yüce şiarının, bu tür gayr-i meşru ve gayr-i ahlaki etkinliklere alet edilmesi, kelimenin tam manasıyla İslâm'ın harimi ismetini ihlâldir."