Meâllerin denetimine ilişkin Diyanet'e verilen yetki herhalde en çok Karar'da gündem oldu. Hem haber boyutunda hem yazarlar tarafından Ana eğilim de "tepki" niteliğinde idi.
Diyanet'in "siyasi erk" ile fazla bütünleşmişliği "Kur'an meallerinin de iktidar tekeline gireceği" gibi bir endişeyi getirdi. Buna bir de "sakıncalı meâllerin yakılacağı" iddiası eklenince iş "engizisyon"a kadar uzandı. Hakikaten "sakıncalı meâller" bir yerlerde ortaya yığılıp yakılacak mıydı
Aslında Türkiye'de "Diyanet'in konumu" öteden beri bir sorun. Orada geniş bir tartışma var. Bu dönemde ise "muhafazakâr" diye tanımlanan bir "siyasi" iktidarın uzantısı haline gelme hali tartışmaya ayrı boyut katıyor. Çünkü Diyanet'in ülkedeki tüm Müslümanların ortak kurumu olması gerekirken ve tüm Müslümanlar farklı siyasi eğilimlerde iken, bir siyasi eğilime "yandaş" pozisyonda görüntüler verilmesi o ayrı boyutu besliyor.
"Meâller" konusunda ise, sade islâmî aidiyetten öte, bir dini metin ortaya koyanlarla çelişkiden sorun çıkıyor. Yani meâl yazan birine "senin meâlin sakıncalı" deniyor.
Meâl nedir Arapça olan Kur'an metninin bir başka dile çevrilmesidir. Türkçe'ye veya başka bir dile Kur'an'ın bütün dünya dillerinde meâli var. Meselâ Diyanet'in kendisi 25 dilde Kur'an meâli yayınlamış. Diyanet tarafından yaptırılmış Türkçe Kur'an meâlleri de var. Diyanet'inkinden başka da onlarca Türkçe meâl var.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Mehmet Âkif'ten de bir meâl hazırlaması istendiğini, onun da hazırlığa giriştiğini, hatta Kur'an'ın bir kısmının meâlini hazırladığını ancak sonra meâlin Kur'an yerine geçirilebileceği endişesi ile tamamlamaktan ve yönetime vermekten vazgeçtiğini biliyoruz.
Kur'an'ın bir başka dile çevrilmesine neden "tercüme" değil de "meâl" dendiği de merak edilir. Çünkü Kur'an'ın mot-a-mot (kelime kelime) tercümesinin yeterli olmadığı, "meâl"in anlamı vermeyi önceleyerek yapılan tercüme olduğu bilinir. Meâlin bu anlamı ifade etme niteliği de, bir tür "yorum" anlamına geliyor ve muhtemelen Diyanet orada "sakınca ihtimali" buluyor.
Burada Diyanet'te meâlin Kur'an'la aynîleşme yaklaşımı var sanki. Diyanet nasıl "Mushafları İnceleme Denetleme Kurulu" var, aynı şekilde "Meâlleri inceleme denetleme kurulu" olsun istiyor.
Kur'an'la ilgili bir başka olgu daha var. Kur'an Tefsirleri Kur'an'ın geniş yorumlarını ihtiva ediyor. Tarih boyunca pek çok tefsir de yapılmış, Türkçe yapılmış tefsirler de var. En bilineni Muhammed Hamdi Yazır'ın yaptığı 9 ciltlik "Hak Dini Kur'an Dili" isimli tefsir.
Görüldüğü kadarıyla Diyanet'in tefsir alanında bir "Denetleme" girişimi yok.
Gelelim meâl denetleme meselesine:
-Bir kere Kur'an Arapçası çok özgün bir Arapça. Kimi insanlar onu "Rabça" diye de tanımlar. Anlamak için kadim Arapçaya, belki İbranice vs. gibi başka dillere de vakıf olmak gerekiyor.
-Türkiye'de ise, Arapça dahi bilmeyenlerin mevcut meâller üzerinde çalışarak (!) yaptığı meâller bile var.
-Bir tek meâlden yola çıkıp "Kur'an'ı anladım" demek mümkün mü diye sorulursa, ben ilahiyat eğitimi almış birisi olarak kendi payıma söyleyeyim, mümkün değil. Ben birçok meâle bakma ihtiyacı hissediyorum, zaman zaman Kur'an'a atıfta bulunma gereği olduğunda.
-Türkiye'de Diyanet'ten ayrı din eksenli yapılar var; cemaatler, tarikatlar Bunların "Dinle ilişkileri anlayışları - görünürlükleri" de tartışmalar doğuruyor. O zaman pek çok çevre "Bunlara Diyanet'in diyeceği bir şey yok mu" diye soruyor. Hatta bir ara Osmanlı'daki "Meclis-i Meşayih" gibi bir kurum oluşturulması da konuşuldu. Yani dini alan başıboş gelişmelere açık mı olsun, sorusu