İsrail tehdidi ne kadar yakın

Belli ki "Yeni Suriye"de Türkiye'nin etkinliği var. Eğer en başat güç HTŞ ise, MİT Başkanı İbrahim Kalın ile HTŞ liderinin Emevi Camii fonunda birlikte verdiği fotoğraf da Türkiye'nin etkinliğini ortaya koyuyor, ya da ortaya koyma amacı taşıyor.

"Artık sahada bizden bağımsız bir aktör var, Suriye'nin artık milli bir hakim hükümeti var" şeklinde konuşsa bile, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın, Esed'in Suriye'den ayrılış süreci ile ilgili açıklamaları, Rusya ve İran'ın iki başat güç olarak alanda Türkiye'nin rolünü zımnen kabul ettiğini anlatmış oluyor. Anlaşılan, telefonlaşılmış ve Rusya ile İran, geri planda kalmayı kabul etmişler.

Dışişleri Bakanı Blinken'ın apar-topar denecek bir süreçte ziyaretine bakılırsa, Amerika'nın da "Türkiye'nin konumu"nu göz ardı etmediğini düşünmek mümkün. İster IŞİD'le mücadele adına koruyup kolladığı YPG-PYD varlığı, ister İsrail'in güvenliği hassasiyetiyle, Suriye'de bir ABD iddiası var ve o iddia, Türk ABD ilişkilerinin de en gerilimli noktalarından birisi. Türkiye'nin her türlü eylemi, ABD'nin hassasiyet alanında idi son gelişmeler sebebiyle de bu hassasiyet arttı.

Türkiye de, özellikle Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın aksiyon alışlarıyla Suriye'deki yeni durumu hassasiyetle yönetmeye çalışıyor. Öne çıkışı "HTŞ'yi sahiplenme" gibi algılandığı için, bir yandan geçmişi sorunlu HTŞ'ye "Aman ha" diyor, bir yandan PYD-YPG'ye "HTŞ'nin ülke bütünlüğünü sağlamak için orada bulunan militanlara hayat hakkı tanımayacağı" vurgusu yaparken, ABD'ye de "YPG-PYD konusundaki hassasiyetimizi hafife alma" uyarısında bulunuyor, bir yandan Rusya ve İran'ı "Dışlanmışlık" psikolojisine düşürmemeye itina ediyor, bir yandan Arap dünyasında "Yeni Osmanlı kaygısı" uyandırmamaya çalışıyor ve bir yandan da farklı bir hareketlilik içine giren "İsrail tehlikesi"ne karşı tavır geliştirmeye çalışıyor.

Tüm bu başlıkların en zorlarından birisinin "İsrail tehlikesi" olduğunu söylemek yanlış olmaz.

HTŞ'nin Şam'a doğru hareketlendiği sırada, İsrail'in de, Suriye'nin bütün askeri varlığını imha etmeye yönelik bombardımanlar eşliğinde Şam'a doğru ilerlediğini duydu dünya. Ve buna ne HTŞ'den ne de dünyadan tepki gelmedi. Türkiye bile "Dur bakalım ne olacak" modunda durdu.

Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1 Ekim'deki Meclis konuşmasında açık açık, hatta fazla açık, "İsrail tehdidi"ne işaret etmişti. Üstelik "İsrail'in Türkiye'ye yönelik tehdidi"ne işaret etmişti. O sözleri hatırlayalım:

"Vadedilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan'dan sonra gözünü dikeceği yer bizim vatan topraklarımız olacaktır. Şu anda bütün hesap bunun üzerinedir. Türkiye içindeki bazı İsrail dostlarının, bazı Siyonist severlerin, gönüllü veya paralı Siyonizm propagandası yapan aparatların anlamadığı işte budur. Birileri ısrarla görmek istemese de Netanyahu hükümeti Anadolu'yu da içine alan bir ham hayal kurmakta, ütopya peşinde koşmakta, bu niyetini de çeşitli vesilelerle ifşa etmektedir. İsrail'in Filistin ve Lübnan'daki saldırılarını çok yakından takip ederken Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyinde bölücü örgütü maşa olarak kullanmak suretiyle nasıl birer küçük uydu yapı kurmak istediğini de çok net görüyoruz."

Erdoğan'ın bu sözleri, İsrail'in Suriye'deki operasyonlarına bakıldığında daha anlamlı mı görülmeli

Soru halinde bıraktım, çünkü İsrail'in Suriye operasyonlarına tepki göstermekle birlikte henüz Türkiye adına bu operasyonların "Tehdit algısı"nın altı çizilmedi. Yani