İçinden çıkamadığımız çember

İsrail'in saldırıları ve Gazze'de yaşananlar üzerine Türkiye dahil İslam toplumlarını ikili bir duygunun etkilediğini düşünüyorum:

-Birisi tabii ki üzüntü, öfke İster insan olarak ister inanç yakınlığı sebebiyle duyulan üzüntü ve zulme karşı öfke

-Diğeri de "Neden" sorusunun etrafına örülen, duaların ve manevi umutların arka planına saklanan çaresizlik Bunu ben de kimi zaman "Neden hep mazlum" ifadesiyle seslendirdim, kimi zaman "Ümmet ne zaman ayağa kalkar" sorusunun arkasına yerleştirdim.

Aslında bu duygu ve soruların tarihi yeni değil. Zaman zaman bunu Mehmet Akif'in çığlıkları ile seslendirdim.

Ak Parti iktidarının Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)'ne eş başkanlık yaptığı ve BOP ile Ortadoğu'nun tırnak içinde "insan hakları, hukukun üstünlüğü, kadın hakları vs." alanlarında yeniden yapılanmasının öngörüldüğü (ya da öyle zannedildiği) günlerde Abdullah Gül'ün (belki de Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı ya da daha sonraları Cumhurbaşkanı olarak) bir İslam Konferansı Teşkilatı toplantısında İslam ülkeleri temsilcisine hitap ederken kullandığı bir ifade hatırımda kalmış. "İslam ülkeleri olarak bizler, dışardan bir proje empozesine gerek kalmadan insan hakları, hukukun üstünlüğü ve kadın hakları konusunda reformları kendimiz gerçekleştirmeliyiz." Daha sonra İSEDAK toplantılarında da benzeri uyarılar yapmış

Erbakan'da vardı bu dert.

Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül dahil Ak Parti kadrolarında da vardı.

Aslında Osmanlı'nın çözülüş dönemi kadroları dahil, Cumhuriyet'in kurucu kadroları dahil, kimi zaman belli belirsiz olsa da tüm Cumhuriyet dönemi kadrolarında da vardı.

Büyük ve şaşalı bir maziden düşmüşlüğün verdiği iç yangın, kimi zaman yaşanan mazlûmiyetlerde, kimi zaman "Neden bu çemberi aşamıyoruz" hayıflanmalarında gün yüzüne çıkıyordu.

Abdullah Gül "Dışardan bir empoze olmaksızın kendi reformlarımızı yapmalıyız" derken, evet, kendi iç enerjimize dikkat çekmekteydi.

Hani bir ara yine Ak Parti kadroları olarak bir "AB çıpası" keşfetmiştik. İçerdeki kimi dirençleri kırmak için böyle bir "Dış çıpa" kaçınılmaz gözükmüştü. Sonra zaman zaman AB ile ilişkiler yolunda gitmedi "Kopenhag kriterleri olmazsa Ankara kriterleri der devam ederiz" dedik ya da "Mesele AB'ye girmek girmemek değil, yapılanları AB'ye girmesek de yapmalıyız" demeye geldik. Yine sayın Gül demişti galiba.. Sonra o irade bir hayli sarsıldı.

Mesele bizim bir şeyleri fark etmemizin gerekli olduğu idi.

Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı olarak 2010 yılındaki İSEDAK toplantısında şunları söylemiş:

"Bugün İslam coğrafyasında yüz milyonlarca insan, gıda kıtlığından ve yetersiz beslenmeden mustariptir. 57 İslam ülkesinin yaklaşık yarısı, BM'nin en az gelişmiş ülkeler listesinde yer almaktadır."