Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez, Diyarbakır'da düzenlenen "Adli ve İdari Yargıda Bireysel Başvuru, İhlâl Kararları ve İhlâlin Sonuçlarının Ortadan Kaldırılması" konulu toplantıda bir anlamda yargıçların gözünün içine bakarak "Anayasa Mahkememiz bir ihlâl kararı verdiği zaman tüm kurumların, tüm yargı organlarının hepimizin buna uyması ve gereğini yerine getirmesi gerekir" dedi.
Devam etti: "Çünkü ihlâlin sonuçlarının giderilmesi de vatandaşımızın bir temel hakkıdır. İhlâlin sonuçlarının giderilmesi mümkün olmazsa ihlâl kararının bir anlamda havada kalması ve uygulanmaması söz konusu olur."
Başkan bunları söylerken çeşitli gerekçelerle ihlâl kararlarına uyulmadığını biliyordu. Zaten bunu hatırlattı da. Sonra kendisini dinleyen yargıçlara bir şey daha söyledi. "Empati yapın" dedi. Bakın nasıl dedi:
" Burada en önemli hususlardan biri de bana göre empatidir. Biz hakkı ihlâl edilen veya hakkının ihlâl edildiğini iddia eden, söyleyen, bunun için sızlanan vatandaşımızın yerine kendimizi koymayı bilmemiz lâzım. Biz aynı durum ile karşılaşırsak, ne yapılmasını istiyorsak onu yapmamız lâzım."
Başkan Kerkez bunları muhtemelen Yargıtay 3. Ceza Dairesinin AYM'nin Can Atalay ile ilgili ihlâl kararını tanımamasını, üstelik AYM hakkında "yetki gasbı" suçlamasında bulunması ve soruşturma açılması talebini dikkate alarak söylemişti.
Başkan Kerkez bunları 20 ekimde söylemişti. Sanki öyle bir uyarı hiç yapılmamış gibi aradan 15 gün geçtikten sonra (6 kasım) bu defa İstanbul'da 13. Ağır Ceza mahkemesi AYM'nin Tayfun Kahraman hakkında verdiği "ihlâl" ve davanın yeniden görülmesi kararını yine "yetki gasbı" gerekçesiyle rafa kaldırdı.
Böylece kişilerin Anayasa Mahkemesi'ne "bireysel başvuru" hakkı rafa kaldırılmış olmakta, Anayasa'nın "AYM kararlarının herkesi ve her kurumu bağlayıcı olduğu"na ilişkin 153'üncü maddesi ihlal edilmiş olmaktaydı.
Adeta AYM kararlarını yok saymak yol olmuştu.
Hoş AİHM kararları da tanınmıyordu bir süredir.
Hoş, tutukluluk bir cezalandırmaya dönmüştü epey zamandır.
Hoş, bir insan için tutukluluk AİHM ya da AYM tarafından hak ihlâli diye niteleniyorsa, AİHM kararlarına da yansıyan biçimde "kanunlar arkadan dolanılarak" tahliye edip yeni bir suçtan tutuklama yoluna gidiliyordu. Böylece tam tutukluluğunuzun sona erdiğini düşünürken yeni bir davadan tutuklanabiliyordunuz. (Resul Emrah Şahan, Ahmet Özer, Ayşe Barım, Demirtaş veya Osman Kavala örnekleri)
Onun için ülke olarak AİHM ile sorunluyduk. Sanki bazı vatandaşlarımızın hukukunu AİHM bizim yargı düzenimizden daha iyi koruyordu. Sanki bizim, bazı isimlere karşı özel yargılama yöntemlerimiz vardı, orada yargı tarafsızlığı, bağımsızlığı tökezliyordu ve bizim sistem mantığımız bunun farkında olarak bir gün bir şekilde AİHM'e başvurabilme imkânını tanımış, üstelik bunu Anayasa hükmüyle üst norm haline getirmiş, buna bağlı olarak da AYM'ye bireysel başvuru hakkını tanımıştı.
Ama öyle bir zamana geldi ki Türkiye yargısı, özel adamlara özel hukuk uygulamaya ve buna müdahale eden AYM ve AİHM fiilen yok hükmünde görülmeye başlandı. Bu sürdürülebilir bir şey mi, bir ara "kaldırılsın" bile dendi ama henüz AYM ve AİHM'le oyun oynamaya devam ediyoruz.
Ama kimi yargıçlarımız öyle, Başkan Kerkez'in söylediği gibi pek empati yapmaya falan yanaşacak gibi gözükmüyor.
Geçtiğimiz günler içinde bir çığlık duyduk. Bir eşin, bir annenin, Meriç Kahraman'ın çığlığı. AYM kararıyla bir anda tahliye umudu beliren

10