MEB'in davranış bozukluğu

Demokrasi ile otoriter rejimler arasındaki temel fark nedir biliyor musunuz Demokrasi, gücünü ve yetkilerini hukuktan alır ve toplumsal rızayı önemser. Çünkü yönetenler seçimle (rıza ile) işbaşına gelir ve yine toplum razı değilse gider. AKP iktidarlarının en kötü taraflarından biri de işte bu "rızayı" yok sayıp dayatmayla yönetmeyi yönetimin ana motoru haline getirmeleridir. Diyeceksiniz seçimle geldiler halk razı olmadı mı Evet oldu. Peki, süreçte yıpranmadı mı Hatalı kararlar almadı mı Toplumu zarara uğratmıyor mu Uğratıyor. Öyle ise doğrudan demokrasi uygulayamayacağımıza göre ve ister istemez temsili demokrasiye mecbur kalsak da, ister öğretmen, sağlıkçı, işçi yahut patron olsun, her kim ile ilgili bir kanun çıkaracaksan onlardan gelen arzu ve isteklere (rızalarına) uymak zorundayız. İşte bu tam katılım olmasa da kısmi bir toplumsal katılımdır ve demokrasinin özüne yönelmektir. Peki, iktidar ve ortakları ne yapıyor Tam tersini. Masa başında birkaç bürokratla hazırladıkları yasa taslaklarını, son şeklini vererek iktidarın onayı ile Meclis'e sunuyor. Onlar bunu yaparken dışarda kalabalıklar itiraz sesi yükseltince de onların üzerine polis gönderiyor. Bir kargaşa başlıyor. Dikkat edin, ne zaman bir toplumsal kesimi veya kitleyi ilgilendiren düzenleme yapılsa orada bir hükümet zorlaması, karşısında da direnenler var. Öğretmen kanunu da aynen böyle. Sendikaların hemen hepsi itiraz ediyor, bakanlık kulağının üstüne yatıyor. Yok sayıyor. Öğretmen sendikalarıyla görüşüp, katılımcı demokrasi ruhuyla, isteğe (rızaya) dayalı bir yasa çıkarmak yerine kavgayı seçiyor. İlla mahkemelik olacağız. Polis gönderip, öğretmenlere kelepçe taktıracağız. Bu davranış, eğitimcilerin bakanlığına yakışmıyor. Çünkü eğitim, "İSTENDİK" davranış kazandırmaktır. Kaldı ki, demokrasiyi de, yurttaşlık ödevlerini de gene eğitimcileröğretmenler ve MEB öğretiyor. Kendi verdiği derslere yine kendisi uymuyor. Şimdi sınav yaptı. Yansıyanlara baktığımızda, eften püften sorular sormuş.