İslâm'ın haysiyeti ve İran
Kaybolan Yusuf döner gelir Kenan'a; üzülme. Bir gün döner hüzünler kulübesi gül bahçesine; Üzülme. (Hafız-ı Şirazî)
"Mesele vatansa gerisi teferruattır" deniliyor ya! Ya mevzubahis İslâm'ın izzet ve şerefi ise
Saddam Hüseyin'i en mukaddes anımızda, Kurban Bayramı'nın ilk gününde astılar; göstere göstere, "Sahabenizin topraklarında ciğerinizi sökeriz" mesajını vererek... Şiî milislerden oluşan cellat ekibinin hakaretleri altında sehpaya çıkarılan Saddam'ın ölmeden önceki son sözleri "Amerika'ya ölüm," "İsrail'e ölüm", "Farsî Mecusîlere ölüm" ve "Yaşasın Filistin" sloganlarıydı. Ne var ki, Irak'ı işgale, onu idam sehpasına götüren yolları da bizzat kendisi döşemişti, bölgede ABD'nin taşeronluğunu üstlenerek oluşturduğu otoriter yönetim tarzıyla ve komşu ülkelere saldırgan tavırlarıyla... Onun yönetim şekli, kendi halkına karşı işlediği cürümler, Halepçe katliâmı, Kuveyt'in işgali ve kitle imha silâhlarına sahip olduğu iddiası Irak'ın ABD tarafından işgali için gerekçe gösterildi. Irak halkına özgürlük ve refahı vaad edenler Irak'ı parçalamakla ve sömürmekle kalmadılar, İslâm dünyasının gözlerinin içine baka baka yüzbinlerce kişiyi katlettiler. Bir İslâm ülkesi işgal edilirken biz, "bir koyup üç almak" peşinde, Şiî komşuları da başka âlemdeydi.
Her biri bir enbiya yurdu olan şu kimsesizler coğrafyasında az zamanda ne çok şeyler yaşandı. Arap baharıyla kışa dönen bahtlar... Parçalanan ülkeler, sömürülen vatanlar, toprağa verilen masumlar... Buraları hep ezan seslerinin duyulduğu yerlerdi.
İslâm âlemi, henüz İsrail'in Gazze'ye yönelik kanlı saldırılarıyla yüzleşememişken kadim bir devlet geleneği olan İran'a yapılan saldırılarla sarsıldı. İslâm İşbirliği Teşkilâtı'na ev sahipliği yaptığımız bir günde, İran'a ABD destekli gerçekleştirilen bombardımanların Saddam'ın idamından ne farkı var ki İp, o gün de İslâm âleminin boynundaydı, bugün de. O gün Şiî cellatlara Saddam'ı teslim edenler bugün İran'a hangi cellatları musallat ediyorlar
İran, uğursuz bir plana mahkum edilirken İslâm dünyası yine sessiz, yine cılız. Bu sessizliğin mazereti, İran'ın bugüne kadar sürdürdüğü mezhep taassubu, komşu ülkelerle olan kötü ilişkileri, Şiî yayılmacılığını devlet politikası hâline getirmesi, dünyaca eleştirilere tâbi tutulan rejimi ve yine saldırıların gerekçesi olarak gösterilen nükleer silâh edinme programı olabilir mi
İran meselesinde, Ehl-i Sünnet ve Şia ihtilâfı üzerinden bir tavır geliştirmek yerine İslâm'ın haysiyetini korumaya yönelik tedbirlere kafa yormak gerekir. Bugünkü saldırıları önleyebilecek ve İslâm toplumları arasındaki tarafgirlik ve ihtilaflara son verecek yolları düşünmek... Bediüzzaman Said Nursî'nin İslâm kardeşliğine dikkat çeken, Şia ve Ehl-i Sünnet arasındaki "manasız ve hakikatsız, haksız, zararlı olan nizaı" ortadan kaldırmaya yönelik çağrısı ve "Yoksa şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip ezmesinde istimal edecek" uyarısı, bugünler için çok kıymetlidir.