Gençlerin en büyük haklarından biri hata yapma haklarıdır ve bu haklarını sonuna kadar kullanmaya devam edeceklerdir. Bu konuda gençlerin yanındayım.
Sanki başka derdi yokmuş gibi, başkalarının derdine ağlayan bir Bediüzzaman, benim tanıdığım. Eskişehir hapishanesinin karşısındaki lise mektebindeki kızların gülerek raksedişlerine şahit olduktan sonra imanı tehlikede olan nesillerin muhtemel geleceğini düşünerek ağlayan, "Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım" diyebilen bir Bediüzzaman, benim bildiğim. "Her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için bilâtereddüt sarf edecek" diyerek imanı kurtarmanın dünyadaki tüm meşguliyetlerden ve tüm dünyevî hedeflerden önemli olduğunu hatırlatan bir Bediüzzaman, benim öğrendiğim. Malikiyet ve serbestiyet döneminin kapılarını aralayacak vizyonu adalet felsefesiyle, hürriyetçi yaklaşımıyla, asrımıza en uygun usullerle ve nurlu bir dille aktaran bir Bediüzzaman, benim anlayabildiğim.
Vizyoner, aksiyoner, hürriyetçi, ilim erbabı, müşfik, zamanın ruhunu iyi analiz eden, gençleri seven ve gençlerin yanında olan bir Bediüzzaman'ı, bu değerlerin âşığı olan günümüz gençliği ile nasıl tanıştıramayız, Medresetüzzehra'nın öncüsü olarak tasarladığı Nur medreselerinin müdavimi haline nasıl getiremeyiz
"Seni de üzmek istemiyorum, ama ben dersanede kalmak istemiyorum baba! Bana uygun değil. Kendimi orada mutlu hissetmiyorum." "Ölem ölem, oy kader!"
Beş-on dakika dahi olsa Risale-i Nur'u okumanın veya dinlemenin adresi olarak belirlediği Nur medreselerinin kurulmasını teşvik eden, dershanelerde Risale-i Nur adına meşgul olanların hakikî talebe-i ulûmun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlâs Risalesinde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olacaklarını taahhüt eden bir Bediüzzaman'ın dersine muhatap olanların bu sözler karşısında titremesi gerekmez mi
Evladını asrın maddî ve manevî hastalıklarından korumak, onları ebedî saadeti kazandıracak ortamların içinde görmek her ebeveynin arzusudur. Ne var ki gençler, bu arzunun hilafına davranış sergileyebiliyorlar.
Bunun çok yönlü sebepleri olabilir. Bilhassa 15 Temmuz sonrası oluşturulan menfî cemaat algısının bunda büyük payı olduğu muhakkaktır; lâkin ben okuduklarımızı hayata aktarmada yaşadığımız çelişkilerin, dinî grupların ve cemaatlerin kendilerini güncelleyememesinin daha etkili olduğunu düşünüyorum. Gençlerin bizi tercih etmemesi en büyük şikâyetlerimizden biri. "Gençler bize neden gelmiyor sorusu yerine biz gençlerimize neden ulaşamıyoruz" sorusu daha doğru olabilir.
Bu sorunun cevabı Bediüzzaman'ın "malikiyet ve serbestiyet" dönemine yüklediği anlamlarda gizli olmalı. "Bizler malikiyet ve serbestiyet döneminin şartlarına göre kendimizi yenileyebildik mi ve bu dönemin gençlerini anlayacak olgunluğa ve yeterliliğe sahip miyiz soruları bu noktada daha da önem kazanıyor.
Öyle anlaşılıyor ki, kendini şahane hür bilmek isteyen bir gençlikle nasıl iletişim kuracağıma dair hazırlıksız olmamdan kaynaklanan çatışmalar söz konusu. Zamanın gençlerine ulaşamıyorum. Ne ben onları anlayabiliyorum ne de onlar beni. Bu nedenden kaynaklanan kopukluklar benim çocukla/gençle bağ kurmamı zorlaştırıyor. Bu bağ kurulamadığında ipler önce gevşiyor, sonra kopuyor. Genç, bizim "dava" diye yırtındığımız meselede duyarsızlaşıyor, çünkü aidiyet hissetmiyor ve sadece konjonktürel bir bağ kuruyor benimle. Ya maddî sebeplerden ya da ailesinin zorlamasıyla dersanede kalmaya çalışıyor, aslında kalıyor gibi görünüyor.