Bediüzzaman'sız bir çözüm mümkün mü

Tam bir yıl önce, Devlet Bahçeli'nin 23 Ekim'de yaptığı bir çağrıyla başlayan "Kürt Sorunu"nun çözümüne yönelik yeni sürecin sembolik silâh bırakma gösterisinden sonra nereye evrildiği ile ilgili soru işaretleri artarak devam ediyor.

Bir bildiri ile terör örgütünün silâhlı faaliyetlerine ve örgütsel yapısına son verdiği açıklansa da son günlerde muhataplar arasında ortaya çıkan gerilimli haller, zaten pek de şeffaf yürümeyen süreçle ilgili endişeleri arttırıyor. Her süreç öncesinde, meselenin kucaklayıcı bir yaklaşımla ve demokratik adımlarla çözüleceğine dair beyanlarla bazı girişimlerde bulunulması sevindirici bir gelişme olarak bölge insanını da heyecanlandıran hususlardı. Her ne yaşanırsa yaşansın, insanımız barıştan, kucaklaşmadan yana. Koskoca İslâm coğrafyanın huzurlu geleceği, bu meselenin çözümüyle yakından ilgili. Bunun herkes farkında. Dost da düşman da... Ne var ki bu kadim meseleyle ilgili kalıcı çözümler hâlâ atılabilmiş, meselenin özü hâlâ anlaşılabilmiş değil.

Konunun ısrarla "etnik" bir çerçevede ele alınıyor olması, koca bir coğrafyanın belâlısı haline gelen "cehalet, zaruret ve ihtilâf"lara çözüm üretilememesi, Bediüzzaman'ın "Siz de padişah oldunuz" diyerek bölge halkına yüklemeye çalıştığı demokratik şuur ve demokratikleşmenin hayata geçirilememesi, terörün kaynağını kurutacak asıl dinamiklerin pasifliği çözümsüzlüğü uzatan sebeplerden bazıları.

Bir yıl önce "Terörsüz Türkiye" söylemiyle başlatılan sürecin de meselenin özüne eğildiğini söylemek zor. Dicle Üniversitesi'nin açılışında estirilen iyi hava, temel hak ve hürriyetlerle ilgili ümit verici beyanatlar keşke sadece bölgenin değil tüm ülkenin her köşesine sindirilebilse. Keşkenin arka planında sürecin aktörleri ve sürecin yürütülüş biçimi yatıyor. Kimse gerçek muhatapları dikkate almıyor.

Sürecin muhtemel kriz noktalarından birini "Kürtlerin temsiliyeti" meselesi oluşturuyor. "Kürtleri kim temsil ediyor" sorusunun doğru cevabı bize gerçek muhatabı gösterecektir. Marksist, Sosyalist söylemleriyle kendi tarihine, medreselerine, kültürüne, inanç ve değerlerine ters düşen, terör örgütü ile arasına ciddi bir mesafe koyamayan siyasî bir yapının bu meselenin tek muhatabı olamayacağı, olduğu takdirde sorunun çözülemeyeceği açıkça görülüyor.

Bu bölgenin özünü temsil eden iç dinamiklerini, medrese geleneğini temsil eden âkil insanlarını, her şeye rağmen Kâbe merkezli bir birliktelik için çarpan yürekleri görmek ve anlamak gerekir. Bunlar kenara itildiğinde, gerçek muhatapları temsil eden referanslar görmezden gelindiğinde "özerklik, federatif devlet" gibi muhtemel tartışma konuları hemen hortlayıveriyor ve kurtlar sofrasının başındakiler hemen ellerini ovuşturuveriyorlar.