Müptezellik ve Ahlak Arasında Toplumsal Vicdan

Müptezellik ve Ahlak Arasında Toplumsal Vicdan

ABDULLAH ŞANLIDAĞ

6 Eylül'de İstanbul Küçükçiftlik Park'ta düzenlenen Manifest grubunun "+18" adlı konseri, yalnızca müzik ve sahne performanslarıyla değil, aynı zamanda kültürel ve ahlaki tartışmalarla da gündeme oturdu.

12 bin kişinin katıldığı etkinlik, sanatın sınırları, toplumun değerleri ve bireysel özgürlüklerin çerçevesi üzerine kapsamlı bir tartışmanın fitilini ateşledi. Yine muhafazakar çevre ile seküler çevreleri birbirine düşürecek etkinlik düzenlendi.

Peki, sanat ile müptezellik arasındaki çizgi nerede başlar, nerede biter Ve daha önemlisi, bir toplumun kültürel hafızasında bu tür olaylar nasıl yer eder

Sanatın Özgürlüğü ve Toplumun Hafızası

Sanat, tarih boyunca yalnızca estetik bir ifade biçimi değil, aynı zamanda toplumsal eleştirinin, dönüşümün ve direnişin bir aracı olmuştur. Ancak bu özgürlük, kendiliğinden sınırsız bir alan yaratmaz.

Sanat da, her ifade biçimi gibi içinde üretildiği toplumun ahlaki, kültürel ve geleneksel kodlarıyla ilişki halindedir. Eğer sanat, o toplumun değerlerini altüst ediyorsa, sanat değildir.

Bir sanat performansının her ne kadar "özgürlük" adına savunulsa da toplumun büyük çoğunluğunun değerlerini rencide edici nitelikte olması, kamusal alanda tartışılmasını kaçınılmaz kılar.

Hele ki bu tür gösteriler, "öncü sanat" iddiasıyla, ahlaki normları sistematik biçimde tahrip etmeyi hedefliyorsa, burada artık bir estetik arayıştan değil, ideolojik bir müdahaleden söz etmek gerekir.

Hukukun temel ilkelerinden biri olan "kötü örnek, emsal teşkil etmez" prensibi, burada da geçerlidir. Bir eylemin geniş kitlelerce yapılması, onun ahlaken ya da hukuken meşru olduğu anlamına gelmez. Tıpkı çöküş dönemlerinde yozlaşmanın normalleşmesi gibi, bazı toplumsal pratiklerin yaygınlaşması, onları haklı çıkarmaz. Bugün bazı sanat performanslarının, müzik ve görsel estetikten çok, sınırları zorlama ve ahlaki direnç noktalarını test etme gayesi taşıdığı izlenimini edinmek mümkündür. Bu, bireysel özgürlük değil, toplumsal mühendisliğin sanat kılığına büründürülmüş hâlidir.

Türkiye'de özellikle Atatürkçü-Kemalist çizgide duran bazı kesimlerin, zamanla sanat adı altında sergilenen bu tür performanslara sessiz kalması ya da dolaylı destek vermesi, aslında bir kültürel kimlik krizini de yansıtmaktadır.

Atatürk'ün kültür ve sanata verdiği önem, Batı'yı körü körüne taklit etmek değil; çağdaş medeniyet seviyesine, millî değerlerle yoğrulmuş bir bilinçle