Amerika'da 'Çin korkusu'(1)

Kişiden kişiye ilişkilerde bile, birinin diğerine "nasıl baktığı" ilişkinin niteliğini belirliyor. Devletlerarası ilişkilerde de durum pek farklı değil. Sadece bir devlet diğer bir devlete 'gerçekte nasıl baktığını' her zaman aynı açıklıkta sergilemez. Bu gibi durumlarda 'gerçeği öğrenmek' çoğun dış politika kuruluşlarına, uzmanlara, istihbarat servislerine düşüyor. Devletlerarası ilişkilerde daha çok, "ihtiyaçlar (çıkarlar)" tayin edici rol oynuyorlar. "Soğuk Savaş" döneminde ABD'nin "Sovyetler Birliği"ni yalnızlaştırma politikasında Çin'e ihtiyacı vardı. Moskova'yla ilişkisi bozulan Çin de dışarıya açılmak için ABD'ye ihtiyaç duyuyordu. İhtiyaçların çakışması ABD ve Çin arasındaki ilişkinin niteliğini değiştirdi. Çin'in 1971'de "BM Güvenlik Konseyi"nin Daimi üyesi olması, sonrasındaysa "IMF" ve "Dünya Ticaret Örgütü" üyeliklerine kabul edilmesi ABD'nin desteğiyle gerçekleşti. Liberal Amerikalılar'a göre, küresel sisteme angaje edilmesi "Çin Komünist Partisi" tarafından yönetilen Çin'i Batı'lı değerlere yaklaştıracaktı. Angajmanın Çin'in siyasi rejimini de zaman içinde değiştireceği varsayılıyordu.Çin küresel sistem içerisinde ekonomisini giderek büyüttü. Fikir vermesi için hatırlatmak gerekirse, 1980'de Çin'in Gayri Safi Yurt İçi Hasılası yaklaşık "306 milyar Dolar" idi. 2021 yılındaysa Çin'in GSYİH'sı yaklaşık "17.7 trilyon Dolar" olarak açıklandı. Çin, ABD'den sonra "Dünyanın ikinci büyük ekonomisi" olma vasfını koruyor. Amerikalılar'a göre Çin en geç 10 yıl içinde ABD'yi de geçecek. Bu rakamlar ABD'nin 'Çin korkusu'nu tetikliyor. Dünyanın en büyük iki gücü arasında "yeni soğuk savaş" olarak da vasıflandırılan rekabeti bu korku yönlendiriyor. Tarihteki birçok savaşınsa 'korku'dan kaynaklandığını hatırlamak gerekiyor.1970'lerin başlarından 2000'lerin ortalarına kadar neredeyse tüm ABD Başkanları Çin'i küresel sisteme angaje etmenin ABD'nin çıkarlarına uygun olduğunu düşünüyorlardı. Bu dönem zarfında Çin ve ABD arasındaki "karşılıklı yarar" ilişkisi, iki ülke ekonomisini iç içe geçirdi. Ancak bu ilişkiden ABD'nin aleyhine olarak Çin'in daha çok yararlandığına dair görüşler giderek öne çıkmaya başladı. Donald Trump 2016'daki Başkanlık seçimlerinde üretimin Çin'e kaymasının, Amerika'da birçok sanayi bölgesinin ıssızlaşmasına yol açtığına ilişkin bir kampanya yürüttü. Trump'ın başkan seçilmesinde bu argüman bir hayli etkili oldu. Trump'ın Çin'e açtığı" ticaret savaşları" küreselci "liberal entarnasyonalistler" tarafından da büyük ölçüde kabul gördü. Bu liberallere göre, küresel ekonomik sistemden yararlanarak büyüyen Çin, elde ettiği gücü ABD'nin kontrol ettiği uluslararası sistemin kurallarını bozmak için kullanıyor. ABD'de 'angajman' politikası yerini giderek 'ayrıştırma' politikasına bırakıyor. Son birkaç yıl içerisinde