Sadece Türkiye'de değil tüm dünyadaki Müslüman dünyasının içinde bulunduğu duruma hepimiz kafa yoruyoruz. Ancak bir türlü ne oldu bize Veya ne oluyor bize sorusuna istediğimiz cevabı bulamıyoruz. Bu noktada bendeniz de laiklik kavramı üzerinden ifade edebileceğimiz bir tartışma yapmak istiyorum.
Türkiye'de laiklik kavramı öyle dejenere edilmiş öyle konseptinden kopmuş bir haldedir ki hem kendini laik olarak ifade edenler hem de etmeyenler kavramı istedikleri zaviyeye çekmeye çalışmışlardır. Hatta belli bir kesim bu kavramın üzerinden despotizim bile inşa etmeye çalışmış ve Jakobenci bir bakışla bu toplumun gerçeklerine ve köklerine saldırmışlardır. Sonuçta ise git gide marjinalleşmeye halktan kopmaya doğru gitmişlerdir.
Özellikle Türkiye'de (tabi ancak diğer ülkelerde de çok farklı bir durum olmadığı aşikâr) laiklik kavramının taşıdığı din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması manasının bireylerce içselleştirilerek sadece seküler kesimleri değil dindar kesimleri de esir aldığı aşikârdır. Bu bağlamda her zaman söylendiği gibi esasında "birey laik olmaz, devlet laik olur" gerçekliği maalesef farklı bir boyut kazanarak, bireylerin yeni bir laiklik ürettiğini görmek gerekiyor.
Devlet, dini kurumları kendi dışında bırakarak karar alırken dini saiklere göre değil kendi koyduğu "rasyonel" kurallara göre hareket etmek isterse bu devlet laik olur. Tamam, bunu Kemalizm adı altında din düşmanlığı yapanlar bizim beynimize kazıdır. Peki, seküler birey nasıl laikim diyordu. Dini sadece bireysel konulara indirgiyor, sadece belli cenaze düğün gibi ritüellerle dini tanımlıyor, (hatta İmamlık mesleğini de namaz kıldıran cenaze işleri ile uğraşan bir meslek yaparak imam hatip okullarını meslek lisesi sayıyor). Yani kendini laik olarak tanımlayanlar, sadece siyasal alanda değil sosyal, ekonomik, kültürel ve bireysel alanında maksimum seviyesinde dinin olmadığı bir alan öngörüyor. Son dönem ile beraber dindar camia için de aynı durum farkı boyutları ile söz konusu olmaya başladı. Bu durumu esasında iki kavram ile ele almak gerekir. Bunların birincisi mutualizim (karşılılık) diğeri ise düalizm (ikililik). Ancak tabi köşe yazımızın sınırları içinde bunları sığdırmak mümkün değil. İnşallah başka bir yazının konusu olur.
Laikliğe değil ancak bireysel olarak laikleşmeye bu kadar karşı olmasına rağmen dindar kesimin farklı bir boyutta laikleşmesini görmek çok üzücü… Artık kendini dindar olarak tanımlayan kesim laikim demese de Laik 2.0 gibi hareket ediyor. Sosyal, kültürel ve bireysel alanda dindar bir karakter çizerken, özellikle ekonomik ve siyasal alanda farklı bir karakter çiziyor. Aile yaşantısı, ibadetleri, bireysel yaşamındaki tercihleri, görüntüsü çerçevesinde dindar bir karakter çizerken, diğer yandan ise işi ehline verme ana kuralını çiğnemeyi, ihaleye fesat karıştırmayı, faizle iç içe olmayı, kayırmacılığı, nepotizmi, rüşveti merkeze alan bir hayat tarzını yaşıyor. Bunu yaparken de o ayrı o ayrı diyerek işin içinden çıkıyor veya dünya gerçeği diyerek sıyrılmaya çalışıyor. Bakın bunlar kabul edilecek şeyler değil elbette ancak hadi buna dönüştünüz. Burada kalınıyor mu Tabii ki de hayır. Bu "Laiklik 2.0" bu sefer ne getiriyor Dualarla Siyonist katillerin işyerlerini açan hocalar görüntüsü ortaya çıkartıyor. Tepki göstereni döverek hastanelik etmeyi, sonra da "kimse benim Gazze hassasiyetimi sorgulayamaz, kimse benim kadar Gazze'ye üzülmüyordur" demeyi ortaya çıkartıyor. Bir yandan İsrail'le gizli gizli iş yapıp bir yandan da Gazze için ağlamayı. Bir isimle sloganlaşmış ifade ile Musa ile ağlayıp Karun ile iş tutmayı…