Her şey ölüp bittikten sonra...

İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron, "İsrail'e silah ihracatının yasaklanmasının Hamas'ı güçlendireceğini, rehine anlaşması ihtimalini azaltacağını" söyledi.

Cameron, İsrail'in silahlarının yüzde 1'inden daha azının İngiltere'den geldiğini ve bu silahların zaten sıkı bir lisans sistemiyle kontrol edildiğini ekledi.

İyi saçmaladı.

Hamas'ı güçlendiren, İsrail'e silah verilmemesi değil, İsrail'in o silahlarla sivilleri, kadınları ve çocukları katletmesi.

Rehine anlaşmasına yanaşmayan taraf da Hamas değil İsrail.

Hamas 'ateşkes olmadan' rehineleri bıraksa da İsrail'in durdurulacağına yönelik bir öneri yok!

İsrail'in silahlarının 'yüzde birden daha az' eksilmesi Hamas nasıl güçlendirebilir

İngiltere, -sebebi o olmayabilir ama- 2020'deki Brexit'ten beri kendi iç işlerine yoğunlaştı.

AB'den ayrılmak 'kamyon şoförü bulamamaya' kadar bir dizi sorunlar üretmişti.

Kovid salgını, ekonomik durgunluk ve Rusya-Ukrayna savaşı tuz biber ekti.

Brexit'i 'başaran' Boris Johnson'un ikinci hükümetinin ömrü 2 yıl sürmedi.

Ardından Liz Truss 50 gün başbakanlık yapabildi.

Rishi Sunak halen 1,5 yıllık başbakan...

Birkaç yıl önce, istihbarat alanında bilgi sahibi bir dostuma ülkelerin istihbarat kabiliyetleri ve sahadaki etkinliklerini sormuştum.

Sıra İngiltere'ye gelince, "İç konuları yüzünden sahada bir süredir görünmüyorlar" demiş, ancak şunu da eklemişti: "İsterlerse hemen var olurlar."

Genel kabul gören bir 'İngiliz kabiliyeti' bu...

Halen öyle mi, yoksa değişti mi, takip etmedim.

Ama dış politikada da benzer bir durum var.

İngiltere, bir süredir 'ne dediği umursanmayan' ülke görüntüsü veriyor.

İsrail ile 'sorun yaşamamak' veya önceliklerini başka konulara vermek bir politika olabilir.

Susmak bile yeterli olacakken İsrail lehine saçmalamak '10 numara'ya yeniden yerleşmek için yatırım olarak görülüyor da olabilir.

Her şey 'ölüp bittikten' sonra sahaya dönme kabiliyeti varsa...

TRT'NİN EUROVİSİON'A KATILMAMA KARARININ İSABETİ

Eurovision şarkı yarışmasını Avrupa Yayın Birliği düzenliyor.

TRT de Birliğin üyesi.

İlk kez 1975'te Semiha Yankı ile katılmışız, 'Seninle Bir Dakika' şarkısı ancak '3' puan alabilmiş.

Nilüfer'in 'Sevince'si '2' puanlık sevilmiş.

Romantizm işe yaramayınca 'tamamen duygusal' bir stratejiyle, dönemin petrol krizinin rüzgarına yelken açmışız ama Ajda Pekkan'ın 'Petrol'ü bile 23 puan alabilmiş.

Daha Batılı diye Çetin Alp'e 'Opera' söyletmişiz, dibi bulmuşuz; yazıyla 'sıfır.'

Kuyruklu yıldız geçti şansımız döner diye 'Halley' şarkısı söyletmişiz Kim ve Onlar Grubu'na; işe yaramış, 9. sıraya çıkmışız.

Sahnelere hareket gelsin diye Seyyal Taner'i göndermişiz sonra, 'sıfır'a geri dönmüşüz...

MFÖ, Kayahan tutmamış...

Şebnem Paker 1996'da denemiş olmamış, ikincisinde sürpriz; ilk kez üçüncü olmuşuz.

2003'te Türkiye'nin en iyi sesine 'hadi sen gel' denilmiş, Sertab Erener ilk kez birinci seçilmiş.

Sonraki 9 yılın 6'sında 2 ila 7. sıraların altına düşmemişiz.

Türkiye'nin başarısının arkasında, 'izleyicilerin telefonla oy kullanması' kuralının getirilmesi de vardı.

Eurovision çetelesinde ilginç noktalar var ama magazincilerin işine girmeyeceğim.

Türkiye zaman zaman yarışmaya katılmaktan vazgeçti, sonrakilere katıldı.

Bunun biri önemli; 1979'da İsrail yarışmayı 'başkent' diye niteleyerek Kudüs'te yapma kararı alınca Türkiye -o dönem biraz gönülsüzce de olsa- yarışmadan çekildi.

Ancak 2013'te alınan 'katılmama' kararı halen sürüyor.

Türkiye'nin gerekçesi, 2011'de izleyici oylarının etkisinin yarıya indirilmesiydi.

Bu kural hala geçerli ve Türkiye