Kıskanç Avrupanın gözü yine üzerimizde!

Yine büyük düşündüğümüz bir haftayı geride bıraktık.

İktidar en sevdiği işi yaptı bir kez daha.

Her yaşadığımızı dünya ile kıyasladı, örnek olduğumuzu anlattı koltukları kabara kabara.

Peki, sahiden söyledikleri gibi miydi

Gelin geride bıraktığımız haftanın bir panoramasını çıkartıp, gerçekten kıskanılacak durumda mıyız birlikte bakalım.

Bu haftanın şüphesiz en önemli gündemi Cumhurbaşkanı Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel arasındaki görüşmeydi.

Özel en "monşer" kurmayını yanına aldı, eski ABD Büyükelçisi Namık Tan ile birlikte partilerini sık sık monşerlikle suçlayan (!) Erdoğan'ın kapısını çaldı.

"Özgür Efendi" diye başlayan "ipini teslim etti" ya da "özgürleştireceğiz" diye devam eden cümleler unutuldu.

"Cumhur"un başı ve ana muhalefetin lideri 8 yıl sonra ilk kez karşılıklı oturup sohbet etti.

Gerçi karşılıklı demeyelim.

Oturma düzenini karıştıran, kim için olduğu bolca tartışılan bir boş koltuk da vardı malum.

Neyse bu başka bir yazının konusu, ben hiç girmeyeyim

Konumuza geri dönelim.

Avrupai bir modernite ile Erdoğan Özel'in söyleyeceklerini dinledi.

Özel, sadece tek bir haber kanalı izlediği bilinen ve o kanalda da pek yer verilmeyen ekonomiyi, emekliyi, atanamayan öğretmenleri, İsrail'le devam eden ticareti, Gezi Davası tutuklularını ve 28 Şubat Davası'nın hasta tutuklularını anlattı Erdoğan'a.

Tesadüf o ki, o görüşmeden saatler sonra Ticaret Bakanlığı İsrail'le ticaretin tamamen durduğunu duyurdu.

Ardından Erdoğan Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'u çağırdı.

Özellikle de 28 Şubat davasından tutuklu paşaların durumu hakkında bilgi aldığı belirtiliyor.

Aman yavaş nefes alalım.

Bir anda üzerimize bir ferahlık çöktü.

Geçtiğimiz haftalarda ülkelerindeki kritik konularda karar verecekleri zaman muhalefet liderleri ile buluşup görüşlerine başvuran İspanya ya da Kanada Başbakanları gibi örnekler var zira.

Bizim bünyemiz alışık değil, fazla oksijenden her an çarpılabiliriz, dikkat.

Okurken heyecanlandınız farkındayım.

Sizi hemen fabrika ayarlarına döndürecek açıklamayı da aktarayım.

Erdoğan bu görüşmenin ardından "Türk siyasetinde yumuşama sürecini başlatalım istiyorum" dedi.

Peki, "sertleştiren" kimdi diye soruldu.

Anlayacağınız bizimkisi modertine ama Türk tipi olanından.

Yani modernliğimiz de liderimizin istediği kadar, istediği zaman, istediği dozda.

Uzun soluklu olup olmayacağını da yalnız kendisi biliyor.

Tek Avrupalılaştığımız örnek bu sanıyorsanız, çok yanıldınız.

1 Mayıs'ta malum Çin Seddi gibi bir Taksim Seddi ile karşılaştık.

Tarihi surların önünde dizilen polis etten duvar ördü.

Emeğin, emekçinin bayram gününde Taksim'in savunması için tüm birimler seferber oldu.

Elde olsa kuşların uçması bile engellenecekti.

"Büyük Müdafaa" sonuç verdi.

Taksim'e çıkabilecek, yürüme mesafesindeki herhangi bir noktada yaşayanlar bile evlerine giremedi.

Tüm dünya 1 Mayıs'ı bayram gibi kutlarken, biz emekçiler o görüntülerin çok uzağında bir gün geçirdik yine.

İçişleri Bakanı Yerlikaya ise keyifliydi.

Polislere teşekkür etti.

"Toplumsal olayların nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda, dünyadaki tüm polis teşkilatlarına örnek olduk" dedi.

Daha birkaç hafta önce "Kampüsümüz niye ziyaretçilere açıldı" diye soran İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin üzerine biber gazı sıkılmamış, grevdeki Lezita işçileri saatlerce ters kelepçeli bekletilip gözaltına alınmamış gibi

Polisimiz gerçekten de dünyaya örnek oldu.

Düşman çatlatacak bir adım da Milli Eğitim Bakanlığı'ndan geldi.

Uluslararası değerlendirme yapan PISA sınavının sonuçlarına göre kendi dilinde okuduğunu bile anlamayan öğrencilerimiz var yıllardır.

Atılması gereken adımlar olduğu aşikar.

2023-2024 eğitim öğretim dönemi ile birlikte "Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum" diye ismi ve cismi bambaşka olan bir uygulama getirilmişti okullara zaten.