Öğretmen!

Hep gururla yazarım:

Öğretmen çocuğuyum.

Hem de bir Köy Enstitüsü ruhuyla yetişmiş bir köy öğretmeninin.

Cilavuz Öğretmen Okulu'ndan çıkar çıkmaz yollara düşen, köy çocuklarının harflerle rakamlarla ilimle bilimle tanışması için memleketin en ücra köşelerine giden, 35 yıl bıkmadan usanmadan çalışan bir öğretmenin.

İlkokul ve ortaokul yıllarımda çok sosyal bir çocuk olmadığımdan köyde pek tanınmazdım. Evden çarşıya giderken yürüdüğümüz iki kilometrelik yolda ya da çarşıda "sen kimlerdensin, kimin oğlusun" diye sorduklarında "Zeki Zeyrek'in oğluyum" demek yerine "Zeki Öğretmenin oğluyum" derdim.

Çocuk aklımla, öğretmen olmasını soyadımız kadar kıymetli görür, babam öğretmen olduğu için kendisiyle gurur duyduğumu göstermeye çalışırdım.

Babamın ilk görev yeri Türkiye-ErmenistansınırındaAkyaka'ya bağlıDemirkent köyü olmuş.

Ne zaman bir araya gelsek ne zaman geçmiş günleri konuşsak, gözleri uzaklara dalarak ve bir süre sonra yaşararak hep öğretmenlik anılarını anlatır.

Yoksul köy çocuklarının Köy Enstitüleri ve Köy Öğretmen okullarında okuyarak öğretmen olması, bütün köy çocuklarının hayatına dokunması belki de Cumhuriyet'in en büyük devrimlerinden olmuştu.

Babamın Demirkent köyündeki ilk günlerinde yaşadıkları, nasıl yoksul olduklarını, öğretmenlik mesleğini hangi koşullarda yaptıklarını göstermesi açısından benim için çok kıymetlidir.

Daha önce yazmıştım, bugün bir daha kendi ağzından aktaracağım:

"Yeni mezun olmuştum. İlk maaşı henüz almamıştık. Cepte para yok. Köye dahi zar zor gitmiştim. Gömleği ve kravatı benden önce mezun olup öğretmen olan kardeşimden almıştım. Ancak tek bir pantolonum vardı. O da çok eskiydi ve bir akşam tahta kapıdaki çiviye takılıp yırtıldı. Ertesi gün okula giderken giyecek başka pantolonum yoktu. Yırtığı elimle tutarak köy muhtarına gittim. İğne iplik istedim. Kapı kapı dolaştık köyde kimseden iğne iplik bulamadık. Bir teyze bir çuvaldız ve un çuvallarını diktiği kendir ipini getirdi. Pantolonu zar zor onunla diktim ve ilk maaşımla Sümerbank'tan yeni pantolon alana dek öyle idare ettim."

Babamı güldürmek, hatta teselli etmek için hep şimdiki öğretmenlerin durumunu anlatırım: "Sizin hiç olmazsa kadronuz varmış. Şimdiki öğretmenler sözleşmeli, ücretli, kadroları da iş güvenceleri de yok. Büyük okullar dışındaki özel okullarda ise kölelik düzeni işliyor."

Babamın kendisine bunları söylediğimde verdiği yanıt da kulağıma küpe olmuştu.

O yanıtı da tekrarlamaktan gocunmayacağım:

"Ermişler Köyü'ne yürüyerek giderdim. Üç kez tipide boğulma tehlikesi atlattım. Urfa Bozova'da Tatburç köyüne ancak katırlarla ulaşılıyordu. Köyde haftalarca susuz kalırdım. Bütün bunlara üç kuruş maaş ve kadro için mi katlandık biz"

Siz bunlara bir de onların hiçbir zaman anlatmak istemediği ama devletin kendilerine acımasızca uyguladığı sürgünleri, cezaları, baskıları ekleyin. O zaman nasıl bir hayat sürdüklerini ve karşılığında ne aldıklarını kestirmeniz gerçekten zor olmaz.