Kayıplar ve ayıplar

Son yazımda kazanırken kaybedenlerden söz etmiştim. Ne yazık ki, bugünün Türkiye'sinde çok sık karşımıza çıkan bir tablo

"İktidara yakın olayım, onun nimetlerinden yararlanayım" derken, adı sanı, onuru dahil pek çok şeyi kaybedenler var. Üstelik kayıpları kişisel de olmuyor; koskoca bir topluma kaybettirdikleri de cabası Bugün bu "kazandığını zannederken kaybetme" halinin nereden kaynaklandığını anlatmaya çalışacağım.

Bir zamanlar sporcuların sıkça kullandığı bir kalıp vardı: Kazanamıyorsan kaybetme! Bu aslında gücünün, hazırlığının, organizasyon kabiliyetinin kazanmak için yeterli olmadığını bilenlerin sığındığı bir limandır.

Bizim gibi sporu futboldan ibaret sanan, hatta siyaseti de futbol terimleriyle konuşmayı seven toplumlarda çok duyarsınız bu lafı Sanırım futbolda beraberlik de olduğu için, maç boyu defans yapıp, sahadan yenilmeden çıkmayı hedefleyen antrenörler vardır. Bunun politikaya yansıması şöyle oluyor: Kazananın tarafında yer alalım, en azından kaybetmeyiz. Hatta bu zihniyet "kazanacak aday" diye bir terim bile üretti, biliyorsunuz.

Gerçek sporcu, her koşulda sahaya kazanmak için çıkan, kendi doğrularıyla, antrenmanlarda çalıştıklarıyla alın terini ve enerjisini birleştiren, son ana kadar mücadele eden kişidir. Geçtiğimiz federasyon seçimlerinde yarışırken, bizim ekibimize "Hiçbir siyasi desteğiniz yok. Çekilin veya kazanma şansı olan adayla birleşin" diyenler oldu. Kimi bizlerle aynı fotoğraf karesine girmekten bile kaçındı. Aynı dünya görüşünde olduğumuzu, aynı değerlere inandığımızı düşündüğümüz, geçmişte çok şeyi paylaştığımız bazı arkadaşlar "