Bahri Bey...

Bunca kalabalık, bunca pespayelik, memleketin en tepesinden dibine bunca kabalık tak ettiyse sizin de canınıza, bu yazı bizim gibilere gelsin...Nasıl sıcak bir gün anlatamam. Boynumda, arkadaşımdan ödünç dandik fotoğraf makinesi İzmir'in lüks mağazası Albey'in vitrinine göz atıp Hisarönü Camii'nin oraya kadar geldim.Haber arıyorum!Sokaklarda haber mi aranırmış demeyin, Yeni Asır'a yeni başlamış bir muhabirseniz aranır. Bulamadım tabii, daha doğrusu bulamadığımı sanıyordum...Madem haber bulamıyorum, saatçiler çoktur burada bari bileğimdeki saatin yıpranmış deri kayışını değiştireyim dedim. Şansa, girdim bir dükkandan içeri 'merhaba' dedim. Yüksek cam bir bankonun arkasında orta yaşlı bir bey, 'buyurun' dedi. Duvar saatleri dolu duvarlarda. Saati çıkarıp uzattım, 'kayışını değiştirmek istiyordum da' dedim. Eline alıp şöyle evirip çevirdi, saati bana geri uzatırken şunu dedi:"Havalar çok sıcak. Sürekli terliyor insan. Bu kayış iki üç ay daha idare eder. Havalar serinleyince gelirsiniz, değiştiririz. Şimdi değiştirsek sıcakta yine yıpranacak, boşuna para."Parası neyse verecektim ama değiştirmedi kayışı!Peki, iyi günler diyebildim sadece.Beklemiyor insan, serseme dönmüştüm! Sokaklarda haber arayan yeni yetme bir muhabir değil zamanı bol turist gibi Kızlarağası Hanı'nın önünden yürüyüp, Kemeraltı Camii'ne, onun merdivenle çıkılan avlusunda bulmuştum kendimi. Avlunun ucu, sebil vardı eskiden altında üstü balkon gibidir. Köşeden Kemeraltı Karakolu'na doğru caddeye bakarsın.Kaldırdım fotoğraf makinemi öylesine üç dört kare fotoğraf çektim Kemeraltı'nın ana caddesinden.Sonra gazeteye döndüm. Murat var bizim karanlık odacı. Fotoğraf çekenler makinelerini ona bırakır o karanlık odada filmleri çıkarır, keser, yıkar, kime aitse keçeli kalemle ucuna isim yazıp yukarıdaki ışıklı masanın üzerine bırakır.Ben haber merkezinde haberini yazan deneyimli bir muhabiri izliyorum çaktırmadan. Ekranın başında ne yaptığını, nasıl notlar aldığını, haberi nasıl kurguladığını falan kesiyorum. Dalmışım. Muhabir arkadaşlardan biri geldi nefes nefese, 'Oğlum iki saattir seni çağırıyorlar yazı işlerinden' demez miKoştum, yanına bile yaklaşamadığımız yazı müdürlerinden Erdal abi (Şafak) elinde kısacık bir film, 'bunu sen mi çektin' dedi. Yüzümü yaklaştırıp baktım yıkanmış filme, dükkanlar ve bomboş bir cadde! Utanarak, 'evet' dedim.Azar beklerken ben o şöyle dedi: Evladım şahane fotoğraf çekmişsin, fotoğrafı birinci sayfada kullanacağız git üç dört satır bir şeyler yaz!Afallamıştım, durumu anlayan Mehmet abi (Karabel) dialarla yazı işleri odasından çıkıp yanıma geldi, "Bugün İzmir gölgede 43 dereceyi gördü. Sen öyle bir fotoğraf çekmişsin ki her daim kalabalık Kemeraltı'nda insanlar sıcaktan korunmak için dükkanların önündeki daracık gölgeye sığınmış tek sıra halinde yürüyor. Cadde o yüzden boş görünüyor. Git şimdi bu duruma uygun bir haber yaz" dedi.Meğer saatçideki insan güzelliği çarpmış beni. Sihirli bir el olup fotoğraf çekmem için o köşeye, doğru noktaya sürüklemiş! Gazetenin birinci sayfasına şımarmayayım diye isimsiz ama 'nal' gibi benim fotoğrafım basılmıştı.Aradan yıllar geçti...İki yıl önce falandı. Bir kolyenin zinciri dolanıp düğüm olmuş. Çözmek için evde çok uğraştım, boşuna. Az daha koparıp atacağım... Kağıt mendile sarıp cebime koydum, bir ara Kadıköy'e gittiğimde orada altın tamiri yapan birine baktırırım artık dedim.İki gün falan cebimde gezdikten sonra başka bir iş için gittiğim Kadıköy'de aklıma geldi kolye. Başımı bir kaldırdım, Altın Çarşı yazıyor. Osmanağa Camii'nin dibi. Girdim kapıdan sağda bir dükkana altın tamiri yapılıyor mu diye sordum. Merdivenden çık orada var dedi adam.Tarif ettiği yer merdivenin başı. Kapı açık, ferah bir dükkan ve küçük bir bankonun arkasında beni görünce yüzünde güller açan bir bey. Merhaba, bir kolye var düğüm olmuş yapabilir misiniz dedim.Evet, tabi, tamam, ver bakayım demedi, hay hay dedi gülümseyerek!Elimi cebime attım, karıştırdım yok kolye. Öbür cep, yine yok. Arka cepler, yok! Tüh dedim, değerli de bir şeydi para falan çıkarırken düşürdüm sanırım.Düşmemiştir