Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (99)

"Ne kadar yazıkdır ki Münir Süleyman Çapanoğlunun en mühim eseri el yazısı olarak durmaktadır; 'Müstear İsimler' adını taşıyan bu eşsiz eser, târihimiz ve edebiyat târihimiz için gaayet kıymetli bir anahtar kitabdır." (İstanbul Ansiklopedisi, 1963, s. 3736) Reşad Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi'nin "baş tâcı dostu"na tahsîs ettiği maddesini bir temennî ile bitiriyordu: "İlk yazısı 13 yaşında iken 1907 senesinde Şebab mecmûasında intişar etmiş olan Münir Süleyman Çapanoğlu'nun gazeteciliği 1963 de yarım asrı da altı yıl geçmiş bulunuyordu; gecikmiş de olsa bir jübilesinin yapılması Türk basınının vecibelerinden olsa gerekdir. Unutulmamalıdır ki Türk basınının 100. Yılı idrâk edildiği zaman, 1960 yılında Gazeteciler Cemiyeti binasında açılan Gazete ve Dergiler Sergisi, bu zâtın koleksiyonları sâyesinde ve Niyazi Ahmed Banoğlunun da yardımı ile kurulabilmişdi." (İstanbul Ansiklopedisi, 1963, s. 3736) Araştırmalarımızda, bu kadirşinâslığa dâir bir bilgiye rastlıyamadık. Kezâ, onun hakkında bir yüksek lisans veyâ doktora tezinin yapıldığını yâhud müstakil bir kitab têlîf edildiğini de tesbît edemedik. Çok yazık! "Bu ayaklı basın ansiklopedisi, Türkçeyi iyi yazar, konuşur, müdafaa ederdi" Hayâtının son on senesini âmâ olarak geçiren, bu devrede, ancak, pek kuvvetli hâfızası sâyesinde, oğluna ve dostlarına dikte ederek yazılarına vücûd verebilen Çapanoğlu'nun 1 Temmuz 1973'te vefâtı üzerine, "gönlünün enîsi Burhan Felek", 6 Temmuz 1973 târihli Milliyet'teki "Münir Süleyman Öldü" başlıklı fıkrasını ona tahsîs etmiş, has bir gazeteci olan arkadaşının şahsında Türkiye'de gazeteciliğin en azından gazetecilerin bir kısmı için- oldukça nankör bir meslek olduğu vâkıasına dikkati çekmişti: "Türkiye için belki pek tanınan kimse değildi; ama Münir Süleyman Bâbıâli ailesinin ve Bâbıâli civarının iyi tanıdığı bir gazeteci idi. Üsküdarlı olduğu için hemşerim, babasını tanıdığım için baba dostu ve arkadaşımdı. Münir Süleyman klâsik mânasiyle gazeteci idi. Yâni gazeteciliğin bütün sıkıntılarını, sefaletini, mihnetini çekmiş, mürüvvetini () asla görmemiş... Kavgalarını yapmış, dinlenmeye vakit bulamamış, sonuna kadar hep onun sevdası ve cefası içinde seksene yakın ömrünü kapayıp gitmiş bir adamdı. "Münir'in son on seneden fazla hayatı, şeker hastalığı yüzünden kaybettiği gözlerinin karanlığı içinde geçti. Yazamadı, içini dökemedi. Böyleleri için garip bir felsefe-: "- Kurtuldu! derler. Bu, kalanların bir suçlu felsefesi gibi geliyor bana. "Türk gazeteciliğini, gazeteciliği, tarihini ve iyisiyle kötüsüyle Türk gazetecilerini tanıyan bir ayaklı basın ansiklopedisi idi. Türkçeyi iyi yazar, anlar, konuşur, müdafaa ederdi. Ömrünün sonuna kadar Gazeteciler Cemiyetinin Balotaj Heyetinde baş tezkiyeci olarak bulundu. Gazetecileri hep ondan sorardık. Hiç de arzu edilmeyen, 'Dostlar başından ırak' denecek şartlar altında senelerce hasta ve muhtaç yaşadı. Ve birkaç gün evvel o da bu 'yokuş' dibine vardı. "Bâbıâli'de böyle sizin, hattâ bizlerden çoğumuzun bilmediğimiz nice meslek kurbanları, peşlerinde uzun zaman silinmeyecek sefalet ve mihnet izleri bırakarak göçerler... Arasıra bizler gibi bir ahbab çıkar da iki satır yazarsa hatırlanır ve sonra 'nisyan' denilen ummanda, adları, sanları kaybolur. "Ömer Besim'ler, Nusret Safa'lar, daha niceleri böyle olmuştur. Bunların tek hatırlanma şansları, ölümlerini takip eden senelik kongrelerde adları sayılıp bir dakika ihtiram duruşu (!) ikramiyesi almaktır. Ne cılız bir ikramiye... "Aslına bakarsanız gazetecilik bizde ve her yerden fazla bizde rahat, emin, kazançlı bir meslek değildir. Aksine rizikolu, istikrarsız, dostu az, düşmanı çok, bulaşık bir meslektir. Üstelik maddî mânevî enerji ve zihin cevvaliyetine muhtaç olduğu kadar içerlemeye, kederlenmeye, efkârlanmaya daima mâruz bir meslek olduğundan mensuplarının sıhhatleri daima sarsıntılı, ihtiyarlıkları ve sonları ise hazin, gamlı, bazan da fecî olur. Çoğu kalb, sinir, beyin ve meslek hastalıklarına daima müstaittir. Gerçi şimdi İşçi Sigortaları gazetecilere hastalığında bakıyor. İhtiyarlığında emekli aylığı veriyor. Bırakın ki hâlâ pek çoğu sigortalı olmayan yaşlı ve çalışamayan arkadaşımız olmakla beraber sigortalıların da alacakları para bunların sonlarını ne dereceye kadar sağlama bağlar O da ayrı bir dâvâdır ya... Lâkin asıl dâvâ, bu adamların son demlerinde, yani artık dinlenmeye ve bakılmaya muhtaç hale geldikleri zaman muhtaç oldukları şefkati bulamamalarındadır. "İnsan yemekle, içmekle, oturmakla hayvanî hayatını; şefkatle, alaka ile, nüvaziş ile, iki güzel lâf ve bir tebessümle insanî ruhunu yaşatır. Bu ikincisi olmazsa birinci hayat insana işkence olur. İlh..." (Burhan Felek, "Münir Süleyman Öldü", Milliyet, 6.7.1973, s. 2) Çapanoğlu'nun Uydurma Dil Tedhîşine dâir müstesnâ makâlesi Münir Süleyman Çapanoğlu'nun burada tam metin hâlinde nakledeceğimiz makâlesi, Türkiye matbûâtında müstesnâ bir mevkii hâizdir. Çünki, en azından kendi araştırmalarımızda (çok geniş bir zemînde uzun senelerden beri devâm eden kendi araştırmalarımızda), Uydurma Dil Tedhîşini, içinden yaşıyarak, bizzât müşâhede ederek, onun kadar merdce, olduğu gibi, lâfı evirip çevirmeden, hakîkati tahrîf etmeden ifşâ eden bir ikinci muharrire tesâdüf etmedik. Gazetecilik sâhasında başka sayısız hizmetiyle berâber, Necip Fazıl'ın Büyük Doğu mecmûasının 8 Eylûl 1950 târihli nüshasında intişâr eden bu makâlesi de, onu, dâimâ hayırla yâdedilecek gazetecilerimiz arasına sokuyor: "Dil Faciamız "BARO'nun güzide avukatlarından bir genç, yavrusunun üstüne titriyen bir ana şefkatiyle (zira dilimiz de anamızdır) Büyük Millet Meclisine başvurdu; ve şüphesiz, bütün Türk milletine tercüman olarak sordu: 'Bu acıklı hal böyle devam edip gidecek mi..' Arkasından, (Milliyet) gazetesi sahibi Ali Naci Karacan, dâvayı kalemine dolayarak lisanımızın fecî âkıbetini açıkladı. İstanbul milletvekillerinden Mükerrem, Millî Eğitim Bakanına hitap etti: 'Türkçemiz ne olacak.. Bu gidiş böyle devam edecek mi.. Ne düşünülüyor..' "Bekliyelim! İnşallah sonumuz hayrolur! Mademki iş bu kerteyi buldu, hiç olmazsa konuşulabilecek hal aldı, bir gün çareye de kavuşturulabilir. Bir zamanlar, Uydurma Dil aleyhinde bulunmak, "vatan hâinliği gibi bir şeydi" "Bir zamanlar, yeni Türkçe ve yeni terimler hakkında fikirlerimizi yazmaktan memnu idik. Vatan hainliği gibi birşeydi bu!.. Biz yazabilsek bile, onları hiçbir gazete veya mecmûa neşredemezdi. "Düşünün, bu, vatan ve millî varlık çapındaki mesuliyetin baş sorumlusu, daha birçok şeyle beraber, dil zaviyesinden de ne nisbette kahraman ve ebedî şefliğe lâyıktır "Yüzde yüz öldürücü ve zehirleyici bir iş olan mâhûd lisân inkilâbı" "İnsafı, idraki, irfanı topal; fakat hırsı, haysiyetsizliği, menfaatperestliği sağlam bir takım