Siyaset Bilimi ve İkinci Yüzyıl Perspektifi...

30 yılı devirdiğim gazetecilik hayatımda tanık olduğum seçim ve sonuçları yazsam Türk siyasi tarihine ciddi katkılarım olur. Ancak okuyucunun arz-talebini ne denli karşılayabiliriz. O tartışılır. İnternetin hayatımıza girişi ile beraber böylesi çalışmaların geçerliliğini yitirdiğine dair görüşler yüzünden yaşayıp, tanık olduklarımızı yazmak yerine televizyon programlarında anlatmakla yetiniyoruz. Geçtiğimiz yazıda "Reddedenleri Tanıyalım" başlıkla görüşlerimi ifade etmeye gayret ettim. Gelen yorumlar ilginçti. Bir de kamuoyu araştırmalarına dair farklı görüşler ve beklentiler vardı ki "Artık bilim dalı haline gelen siyaset bilim"ine aykırı olduğu için detaylara giremiyorum. Değerli okuyucularımızın, enflasyon ve pahalılıkla mücadele eden vatandaşlarımızın tepkilerini anlamaya gayret ediyoruz lakin "Gerçekler"den uzak kalamayız. Halkın refahı için muhalefet tarafından TBMM'de gündeme getirilen tekliflerin AKP ve MHP oylarıyla reddedilmesi karşısında biriken bir öfke söz konusu... Seçmenin 1999'de birinci parti yaptığı DSP'nin 2002'de yüzde 1'lere gerilediği hatırlatılarak; AKP'nin yüzde 25'lerdeki oy potansiyeline inanmayan ciddi bir kitle var. Vatandaşlarımız doğal olarak 20 yıllık başarısız iktidarın sandıkta uyarılması gerektiği kanaatinde. Ancak "Siyaset Bilim" bunun "Duygusal tepki" olduğunun altını çiziyor. Çünkü AKP asla DSP değil... AKP'yi bir araya getiren unsurlar ile DSP'yi cezalandıran seçmen arasında olağanüstü farklılıklar var. Detaylara girersek "Doktora tezi" çıkar. Yüzüncü yılına girmeye hazırlandığımız "Cumhuriyet"in kahır çoğunlukla ilan edilmediğinin bilincinde miyiz Her şeyden önce İstiklal Harbi esnasında ordumuzun yüzde 60'ının kaçak ya da firari olduğunu hatırlayalım. Fesli Kadir ve şürekasının "Keşke Yunanlılar galip gelseydi" düşüncesinin takipçilerinin gerçekliği ile yüzleşelim. Millî bayram ve günlerimizden halen gocunan, o dönemlerde düşman ile iş birliği yapan, isyanları kışkırtanların günümüzdeki temsilcilerinin iktidara yakın duruşlarını unutmayalım. Fırsat buldukça bu sütunlardan ve kısıtlı televizyon programlarında "İstiklal Harbinde kazananlarla, kaybedenlerin mücadelesi sürüyor" sözlerim yüzünden başıma gelmeyen kalmadı. Yargılamalar devam ediyor. Cezalar yağmur gibi iniyor. "Kazananlar kutlar, kaybedenler yas tutar" sözlerim yüzünden aldığım cezalara, ödediğim tazminatlara değinmek bile istemiyorum. Bu sütundan defalarca yazdım. Türkiye'mizde siyasi rakiplerin her yönleri tanınmadığını bu konuda çaba sarf edilmediğinin altını çizdim. Sun Tzu'nun "Savaş Sanatları" adlı bin yıl önce yazılan eserini örnek gösterdim. Düşmanı ya da rakibini tanımayanların uğradıkları mağlubiyetlerden bariz örnekler vermeye gayret ettik. Sadece siyasette değil, hayatımızın her alanında girilecek yarışlarda rakibimizi öncelikle tanımamız şart. Hazırda Katar'daki "Dünya Futbol Şampiyonluğu" var. Sürpriz sonuçlar çıkıyor. Seyir keyfi kaçmış. Takımların futbol zevkine değil sonuçlara yönelik oynadığı gerçeği canımızı bile sıkıyor. Futbol artık sadece futbol değil. Ciddi bir endüstri... Ekonomik olarak milyar dolarla ölçülüyor. Sahadaki 11 futbolcunun yanında, yedek kulübesi, teknik heyetin etkilerine tanık oluyoruz. Teknik heyet denince sadece kulübe ve antrenman sahası heyeti değil. Rakiplerinin maç ve antrenmanlarını izleyen bir nevi "Ajan" olarak