Ne diyeceğimi biliyor musunuz

İnsanı insan yapan, insanlık yolculuğunda ilerleten şey bir şeyler işitmeye, işittiklerinden öğrenmeye, öğrendiklerinden kendini değiştirmeye açık olma seviyesidir. Ama hepimiz de biliriz ki insan her zaman işitmiyor, işitse öğrenmiyor, öğrense de bunu eyleme dönüştürmüyor. Nedir bu farkı oluşturan şey Kimden ne işiteceğimize, işittiklerimizden ne öğreneceklerimize, öğrendiklerimizden neyi eyleme geçireceğimize kadar geçen süreçte kendi farkımızı ortaya koyuyoruz. Bir kulağımız var ve bu istesek de istemesek de bir şeyleri bize işittiriyor. İstemeden işittiklerimiz ile "bile-isteyerek, arayarak" işittiklerimiz arasında hangi ses, kimin sözü, neremize ne kadar ulaşır "Biri ötekinin gelişine nasıl hazırlanmalı Öteki, öteki olarak, insanın tam olarak hazırlanmadığı kişi değil midir Hazırlık, ötekini kendi başkalığından kurtarmıyor mu, yani biz hazırsak, o zaman gelen şey öteki değil aynı olan, yani tam da beklediğimiz şey olmuyor mudur Ötekine karşı gerçek konukseverlik, kişinin her şeye hazırlıklı olduğu, yani aslında hazırlıklı olmadığı anlamına gelen belirli bir şartsızlığa sahip olmayı gerektirmez mi Ötekinin gelişi için yeterli olan tek hazırlık, gelecek olana hazırlıklı olamayacağımızı itiraf etmek midir O halde nasıl hazır(lıksız) olunabilir, yani asla hazır olamadığımız birinin ilerleyişi için nasıl hazırlıklı olunabilir"John D. Caputo'nun bu soruları Öteki'ne karşı, aslında dosta karşı, onun gelişine veya onun bize seslenişine nasıl ve ne kadar hazır olduğumuza dair sorulmuş oldukça uyarıcı sorular. Tam bu sorular nedense bende Nasrettin Hoca'nın meşhur düşündürücü fıkrasında yaptığını andırır. Hoca'nın bir gün camide vaaz kürsüsüne çıkıp cemaate sorduğu soruyla başlayan fıkra: "cemaat, bugün size ne diyeceğimi bilir misiniz" Cemaat şaşkın, hiç beklemedikleri ve bir anlam vermedikleri bir soru. Nereden bileceklerdir ki Aynen öyle derler: "hayır hoca, bilmiyoruz". Bu cevap üzerine Hoca şöyle bir bakar cemaate "iyi, o halde anlatmayayım" der. Cemaat iyice şaşkın. Biliyoruz mu demeliydik Hoca bilmediğimizi anlatmak için yok muydu zaten orada Neyse, aradan bir hafta daha geçiyor, cemaat ve hoca tekrar biraraya gelirler, Hoca yine kürsüde etrafına tekrar bakındıktan sonra aynı soruyu tekrarlar: "Cemaat, ne diyeceğimi biliyor musunuz" Cemaat yine şaşkın, geçen haftaki olayın tekrarlamasını hiç beklemediği için hazırlıksız ama o anda herkeste bir refleks olarak geçen haftaki cevabı verdikleri taktirde hocanın konuşmayacağını düşünerek hepsi birden "biliyoruz" deyiverirler. Hoca bu söz üzerine de "iyi o halde, madem biliyorsunuz, anlatmama gerek yok". Cemaat iyice şaşırmıştır. Bu sefer bir hafta sonrasını iple çekmişlerdir çünkü iki defa tekrarlayan mutlaka üçüncü defa da tekrarlar diye düşünerek hazırlığını yapmıştır. Hoca tekrar kürsüye çıkıp "cemaat ne diyeceğimi biliyor musunuz" diye sorunca cemaat hazırlık yapmakta isabet ettiklerini düşünür. Hemen kararlaştırdığı gibi, bir kısmı "biliyoruz" der, bir kısmı da "bilmiyoruz" der. Ne var ki, Hocanın cevabı değişmemiştir. Bu sefer "iyi o vakit, bilenler bilmeyenlere anlatsın" diyerek yine hiçbir şey anlatmadan kürsüden iner. Hiçbir şey anlatmadan üç hafta yaptığı bu hareketle aslında İsmet Özel'e göre de hoca çok şey anlatmıştır (Zor Zamanda Konuşmak). Hocanın kürsüden söyleyeceği şeyi, söyleyebileceği şeyleri hiç bilmeden camiye gelenler ne aradıklarına dair hiçbir fikirleri olmayan, işi tamamen rutine bağlamış insanlar. Hoca ne anlatsa zaten hiç bilmediği için hiçbir şey de duymayacak, öğrenmeyecektir. Hocayla arasındaki iletişim gelmekte olan dostu karşılamaya hazır bir insanın iletişimi değildir. Burada camideki vaaz ne söylese söylesin, kendi rutininde hareket eden cemaatin hayatını değiştirmeyecektir. Onlara bir şeyler anlatarak, bilmedikleri ve bilmeyecekleri şeyleri söyleyerek kendini harap etmenin anlamı yok. "Biliyoruz" diyenler de hocanın söyleyeceği şeyi önceden