Dostu karşılamaya hazır olmak

Dostluk yeryüzündeki serüveninde insana verilmiş en önemli nimetlerden biridir, ama bütün nimetler gibi bu da insanın değerini bilip ona nerede nasıl davranacağını bilmesini gerektiren, bu gereklilikle sürekli imtihan edildiği bir nimet. İyi veya gerçek dostları olmayan insanlar zaten iyi dost olamayanlardır. Gerçek dost bulamamaktan şikâyet edenler dostluk yapmasını bilmediklerinden, karşılarına çıkan dostları tanımadıklarından, tanıyamadıklarından, tanımadıkları için de onlara nasıl davranacaklarını bilemediklerinden bolluk içinde yokluk çeken fukarayı yaşarlar. Diğer yandan dostluk üzerine yapılan felsefelerin veya edebiyatın büyük kısmının dostluğa atfettiği özellikler etrafımızdaki dostlara karşı bizi daha fazla körleştirmekten başka bir işe yaramıyor. Bu tür yüklemelerle dosta kendi özelliklerimizi, beklentilerimizi yükleyerek dostu veya dost ihtimalini öldürdüğümüzü söylemiştik. Bir de her yola çıktığımız dosttan bir Hızır performansı beklemek de aynı kapıya çıkar. Kendimiz Hızır olmadığımız, olamadığımız için başkasından Hızırlık beklentimiz, nasıl onu kendimizle aynılaştırmak olabilir Buradaki aynılık kendimize atfettiğimiz özellikler değil, bilmediğimiz, tanımadığımız kişiden ne olmasını beklememizle, onu kendi beklentilerimize, hayallerimize hapsetmemizle ilgilidir. Dostluktan söz açıldığında Aristoteles'e atfedilen meşhur ifadeye değinmeden geçilmez: "Dostlarım! Dost yoktur" dediği rivayet edilir filozofun. Rivayet edilir diyorum, çünkü bazı incelemelerde bu sözün aslının "çok dostu olanın dostu yoktur" şeklinde olduğu ve bir şekilde aktarımlarda buna dönüştüğü söylenir (Agamben, Cogito). İfadenin her iki şekli aslında dostluk edebiyatını ayrı kulvarlarda gelişmeye, renklenmeye vesile olmuştur, olabilir. "dost yoktur" şeklindeki nakil dostlukla ilgili müphem tanımları veya çelişkili durumları ifade etmek üzere sıkça atıf yapılan bir rivayet. Ünlü Fransız Postyapısalcı filozof Jacques Derrida da bu şeklini aktararak meşhur "Dostluk Politikası" isimli kitabının ekseni haline getirir. Oysa Derrida sözün aslının böyle olmadığını da (en azından Agamben'in uyarısıyla) bildiği halde bu tahrif edilmiş şeklini tercih eder, çünkü kendi kurgusuna bu daha fazla hizmet edecektir. "Dostlarım" diye hitap ettiği insanlara kendisinden veya dost bildiklerinden neyi ne kadar dinlemeye hazır olduklarını sorgulamaya davet etmektedir Derrida. Böylece, kendisini dinlemek veya yazdıklarını okumak için gerekli olan dostluğu sergilemiş olanlara "dostlarım" demeyi esirgemiyor. Zira iyi okumak-yazmak için asgari bir dostluk, belli bir cana yakınlık ve karşılıklı anlayış, anlaşılma isteği vardır ve bu mevcuttur. Ancak yine de Dost yoktur. Dostluk hakkındaki genel geçer algı ve beklentilerin yükü altında ezilmemiş ve yok edilmemiş bir dost yoktur. Bir dost olarak Mehdi'yi bekleyenler bile onun geldiğinde ne yapacağını bütün detaylarıyla bilmiş, ezberlemişlerdir. Mehdi bekleyenler bu beklentilerine uygun bir kişi aradıklarında, o kişiden bir vaaz dinlediklerinde ne kadarı kendilerinin hiç ummadıkları, beklemedikleri alametlere tekabül eder Buldukları sahtekarlara Mehdi diye sarılanlar zihinlerinde nasıl bir Mehdi tasarlamışlardır Derrida aslında dostlukla ilgili bu felsefesini biraz daYahudi Mesih inancıyla da çağrışımlara yol açacak şekilde yapmaktadır. Bu esnada bizzat İsrailoğullarının tarihleri boyunca bekledikleri, kendisine tam da dost olarak sarılacakları, sesine kulak verecekleri, tâbi olacakları Mesihlere, peygamberlerine nasıl yaklaştıkları da dostluk tecrübesi açısından tipik bir durumdur. Bekledikleri Peygamberin kendi kabilelerinden olmayan ümmi bir topluluk arasından çıkmış olması hemen ona kulaklarını kapatmaları için yetmiştir. Halbuki bekledikleri O idi, üstelik söyledikleri de kendi söylediklerinin çoğundan farksızdı. Ya biz bizi değiştirecek, bizi ihya edecek dostu karşılamaya ne kadar hazırız Bu soruyla yüzleşmekle başlayabiliriz. O dostu kendi istediğimiz gibi çıkmayınca hemen düşman kılma ve uzaklaştırma kolaycılığına sapmamaya azmimiz ve irademiz var mıdır Daha önce dostluk hakkında sorduğumuz soruları böylece bir kez de Derrida'nın dilinden dinlemiş olduk. Ancak Aristoteles'in Agamben tarafından işaret edilen sözünün aslına dönersek,