Yaşanan bir dinin mü'mini olmak!

Kitaplardaki değil, hayattaki haliyle "Müslüman, kendini yitirmiş bir değerdir" denilse yeridir. En büyük hastalığı, "dünya hayatına fazla rağbet etmek" diye özetlenebilir. Çünkü yiyecek ve giyecek meselesinden başka hiçbir şeye yeterince önem vermiyor. Hatta ekonomik, siyasal ve mensubiyet çıkarlarını dini görevlerine ve din kardeşliğine tercih ediyor. Kimi Müslümanlar artık bir anlamda kendilerinin yokluğuna alışmışlar, batılda, seküler ortamda yeni bir kişilik kazanmışlardır. Anormalleri normal görme ve karşılama eğilimini giderek daha büyük ölçüde paylaşmaktadırlar. Oysa her Müslüman, gücü yettiğince İslam esaslarını eksiksiz yaşamak ve sorumluluğu altındakilere yaşatmakla yükümlüdür. Çünkü Müslüman "İslam'ı yaşama" azim, irade ve sorumluluğuna sahiptir. Bir başka ifade ile din ve dindarlık, gösteriye kaçmadan samimiyetle ve dürüstçe yaşanıp örneklendirilse kendisinden beklenen etkiyi gösterir. Buna bugün dindarlar dahil, her kesimde ve her kademede büyük ölçüde ihtiyaç bulunmaktadır. Giderek yaşayan değil, tartışan Müslüman olmaya başladık. Din, sadece iman değil, ameldir de. Anlamlı ve sağlıklı bir dindarlık için başkalarının dünyacı anlayış, uygulama ve telkinlerine kapılmadan, hayatı bize bahşeden Rabbimizin emirleri, uyarıları ve "âlemlere rahmet" olan örnek kul son Resul Peygamber Efendimizin sünneti çerçevesinde yaşamak gerekmektedir.İslam, insanlık dinidir. İnsanlığın olmadığı yerde İslamlıktan bahsedilemez. Müslüman, din kardeşleri yanı başında dururken onları bırakıp başka din mensuplarını ve dinsizleri