Üsküdar hanımefendisi anneannem

"Konuşurken elini devamlı olarak hafifçe dizine vurur, ince kemikli uzun parmaklarıyla saçlarını düzeltirdi." Benim merakım, onun müthiş hafızası sayesinde neredeyse bütün hayatını dinlemiştim zaman içinde. 1906 Üsküdar doğumluydu. Genç yaşta ince hastalığın bırakıp gittiği annesizliğin sertleştirmeye başladığı duygularını, yaşadığı büyük dayı evinde, uzaktan kuzenleriyle paylaştığı zamanlarda uysallaştırmaya çalışıyordu. Genç kızlığa geçişin çiçekli baharıyla serpiliyordu bir yandan. Beline kadar uzanan kömür siyahı saçları, doğal sürmeli iri gözleri, uzun boyuyla herkesi etkiliyordu. Dayı oğlu Muhittin bir gün dayanamıyor, on beş yaşının verdiği çocuk cesaretiyle, "Şu gözlere, şu saçlara bakın, güzeller güzeli Hafize" diye duygu patlamasına yakalanıyordu da babasından sıkı bir azar işitiyordu anında "Çok ayıp! Nasıl konuşuyorsun sen öyle" Hafize hafifçe kızarıyor, kimseye belli etmeden gülümsüyordu muhtemelen. Sonraları teyzemden öğrendiğimiz kadarıyla ki anneanneme hiçbir zaman sormaya cesaret edememiştik, o da beğeniyordu Muhittin'i! Hatta lafı ağzında olan teyzem "Sevmiş bizimki de, ben biliyorum... Seniye abla söylemişti" demişti. O yılda insanlar birbirlerine olan sevdalarını bile dile getirmekten imtina edecek kadar edepli seviyeli ve nezaket kurallarına uygun yaşayan kimselerdi İlgiyle dinlemiştik bir bayram günü sohbetinde... Bir tarih kitabı okurcasına çevirirdim anneannemin anılarını. İyice yaşlandığı zamanların yalnızlıklarını paylaştığım için gözündeki değerimin katlandığını hissederdim bana baktığında. Üsküdar'ı, Salacak iskelesini, Şemsi Paşa sahilini, Balaban kıyılarını anlatırdı. Sanki bütün hayatını İstanbul'un