"Bak bakalım nereye geldik"

"12 yaşında bir çocuk, babası varsa yanında kimden, neyden, niçin korkacakmış ki" Siz de öyle misiniz, bilmem. Ben, daha önce gerek yürüyerek gerekse taşıtla geçtiğim bir yoldan korkmam. Bilirim çünkü nereye, nasıl gideceğimi. Bilirim çünkü neyle, nelerle karşılaşacağımı. 1954 Haziran'ında Manavgat'tan Akseki'nin Gödene köyüne doğru babamla birlikte yürüdüğüm yoldan daha önce geçmemiştim hiç. Evet, ilk kez yürüdüğüm bir yoldu ama korkum da yoktu, endişem de Çünkü babam vardı yanımda. 12 yaşında bir çocuk, babası varsa yanında kimden, neyden, niçin korkacakmış ki Güneyden kuzeye Manavgat Ovası'nı katedip Toroslar'a ulaştığımızda akşam olmuştu. Şafaktan itibaren, mecburi ihtiyaçlar dışında durup dinlenmeden yürüdüğümüz için yorulmuştuk. Ulaştığımız ilk çamlık tepede gece güzel bir uyku çektikten sonra, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte çıktık yola. Köyümüzün doğa yapısından dolayı olsa gerek; dağlar, tepeler aşarak yürümek, dümdüz yolda yürümekten çok daha kolay ve daha güzel geliyordu bana. Ovada yürürken sanki hiç yol almıyor, yerimizde sayıyormuşuz gibiydi. Oysa benim köyümde her an değişik bir manzara ile karşılaşılır, ya bir tepeye çıkar ya bir vadiye inersiniz. Ova öyle mi ya! Git, git, git Hep aynı yol, hep aynı manzara Sıkıyordu beni bu tekdüzelik. İkinci günün öğleden sonrası, yüksekçe bir tepeyi aşınca farklı bir manzaraydı bizi karşılayan. "Bak bakalım nereye geldik" deyince babam, az buçuk bilmem gereken bir yerde olduğumu düşünüp çevreyi inceledim hemen. Hiç de yabancı gelmedi bana, önümdeki vadinin yapısı. Hele hele karşı dağlar, tepeler...