Kimliksiz takım

Geçmiş olsun... Daha belki Galatasaray-Başakşehir maçı oynanmadı, kağıt üzerinde matematiksel olarak hala şans görünüyor da olabilir ama bence artık Fenerbahçe'nin şampiyonluğu Kafdağı'nın arkasında. Büyük, inanılmaz mucizeler olmazsa kalan maçlarda ikinciliğini korumaya çalışan bir takım seyrederiz. Gerçekçi konuşalım, dün izlediğimiz Fenerbahçe 'kalitesiz', bir o kadar 'tedirgin' ve onlardan da fazla 'kimliksiz' bir takımdı... Ne olduysa Dünya Kupası arasında oldu. Tempolu oynayan, göze hoş gelen futbol sergileyen, yediğinden daha fazla gol atan ve pozisyon üretmekte hiç zorluk çekmeyen bir takım gitti, yerine neredeyse tüm oyuncuların çakmalarından oluşan bir ekip çıkageldi. Üç-beş pas yapmak, oyun kontrolünü sürekli elinde tutmak, seyircisini her an heyecanlandıracak bir performans sergilemek neredeyse imkansız hale geldi. Kazanılan maçlar, ya penaltılarla, ya son dakika gelen sürpriz golle, ya da rakip ikramlarıyla gerçekleşti. Jesus'un çakma olmayanını da getirseniz (hani o ligin ilk 8 haftasında Jesus varya işte o) dün sarı-lacivertli forma giymiş ekibi takım yapamazdı. Üç-dört hafta önceki bir maç kritiğinde Fenerbahçe için 'Arabesk futbol' oynuyor demiştim. Ülkemizin çok önde gelen hocalarından bir tanesi 'Benzetmene bayıldım. Arabesk müzik aslında acıların müziğidir. Fenerbahçe de acıların takımı. Ama ne yazık ki üzülen taraftar oluyor. Onların oynadığı arabeskin de ötesinde' demişti. Dün gördük ki hoca hiç haksız değil. Şimdi merak ettiğim bazı oyuncular var. Daha önce de vurgulamıştım, şimdi de vurgulayacağım. Bu Rossi'nin paşa babası kim acaba. Açıkcası ben henüz karar veremedim. Et mi, balık mı 90 dakika oyunda nasıl kaldı, Jesus onda ne gördü gerçekten çok merak ediyorum. Ya gol kralı Valencia'ya ne